TÜRK ÜLKÜSÜ "" Birinci bölüm ""
Milli şuur ve gurura malik liderlerin en büyük faydası, toplumu aşağılık
duygusuna düşmekten korumaktır. Bir millet büyük iş yapabilmek için,
kendisinin büyük millet olduğu inancını duymalıdır. ****** devrinde, Türk
milleti nüfus, servet, teknik ve kültür bakımından, bugüne göre çok geride
olmasına rağmen manevi güç bakımından kudretliydi ve onun içindir ki,
kendisinde her tehlikeyi yenebilmek inanç ve kudreti bulunuyordu. Hâlbuki
önderler ve aydınlarda aşağılık duygusu olursa, o milletin kalkınmasına
imkân yoktur. Çünkü kalkınma hamlelerinin boşuna olacağı kuruntusu ruhlara
işlenmiş, gönüller ümitsizlikle dolmuştur.
Zafer hiçbir zaman, mahvolduklarını sananlar tarafından kazanılmaz.
Sözlük anlamı "And" ve "Uzak Hedef" demek olan "ülkü", topluluğu aynı yolda
yürüten bir kuvvettir ki bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten
sözleşmiş gibidirler.
Ülkü, ilk önce insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliğinde, şuur
altlarında, hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra
şuura geçer, Milli Liderler tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük
kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamle
sırasında da ülkülü millet, liderinin ardından gönül isteği ile koşar. Bütün
bu uğraşmalar arasında da millet yürür, önce manen, sonra maddeten ilerler,
olgunlaşır, erginleşir.
Milli ülküler, milletleri yüzyıllar boyunca ayakta tutacak enerji
kaynağıdır. Ülkücü milletler, fedakâr insanlarla doludur. Fedakâr insanların
çokluğu, her türlü insani meziyetlerin hâkimiyeti demektir. İnsan toplumları
insani meziyetlerle yaşar. Hayvanlaşmış toplumlar refah ve dıştan büyüklük
içinde olsa, yıkılmaya mahkûmdur. Eski Roma gibi..
Ancak kabiliyetli ve enerjik olanlar büyüklük ülküsü ardından koşar. Çünkü
büyüklük ülküsü, büyük fedakârlıklar ülküsü demektir. Bundan dolayıdır ki,
korkaklarla aşağılıklar büyüklükten korkar, daima küçük kalmak ister.
Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır. Türk milleti nedir, kimler
Türk'tür diye sorulacak olursa;
"Kendisini Türk hisseden, Türkiye için karşılıksız kendini feda edebilen,
Türkiye ve Türkçülük için faydalı işler yapan ve bu amaç için çalışan, bütün
varlığı ile nerede yaşarsa yaşasın -ister Türkiye'de ister
Antarktika'da-bütün varlığı ile "Ne Mutlu Türküm Diyene" , "Ben Türküm" diye
bağırabilen herkes diye açıklanabilir.
Türkçülük kelimesinin sonundaki ek, yerine göre mensupluk, sevgi,
taraftarlık gösteren bir ektir. Türkçülük de Türk sevgisi ve taraftarlığı
demek olduğuna göre, kelime, yerinde kullanılmıştır. Başka milletlerin Türk
taraftarlığı ve Türk sevgisi bu kelime ile ifade olunamaz. Zaten başka
milletlerin Türk'ü sevmesi de gerçekten bu sevgiye değil, geçici bir
nezakete, çıkara, siyasi zorunluluklara işarettir. Türk'ü gerçek olarak,
Türk'ten başkası sevmez.
Türkçülük bir ülküdür. Ülküler, milletlerin, manevi gıdasıdır. Ülküsüz
milletlerin en talihlisi dahi silik ve sönük kalmaya mahkûmdur. Eğer bu
millet talihli de değilse, onun sonucu yenilmek, ezilmek, hatta yok
olmaktır.
Türkçülük, bütün Türklerin tek devlet halinde birleşerek, her bakımdan bütün
milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.
Milli ülkümüzün ismi demektir. Bu isim, "Türk birliği" sözleriyle
özetlenebilir.
Ülküler, gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını
arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir. Milletler,
ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptirler.
Türkçülük, Türk yurdunda Türk milletinin kayıtsız şartsız hâkimiyeti ve
bağımsızlığı ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün
olması ülküsüdür.
Türkçülük, bütün Türklerin tek devlet halinde birleşerek, her bakımdan bütün
milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.
…
Türkçülük, Türklerin her bakımdan Türkleşmesi taraftarıdır. Bu sınırlar
içinde yabancı bir şey kalmayacaktır. Kayıtsız şartsız Türk kültürü hâkim
olacaktır. Bu bakımdan Türkçülüğün kendine mahsus bir dil, tarih ve alfabe
düşüncesi vardır.
Türkçülük, bir fikir olduğu kadar da bir inançtır. İnanç olduğu için de
tartışmasız, tenkitsiz kabul olunur. Onun tartışılacak ve tenkit olunacak
tarafı temeli, esası değil, ayrıntılarıdır.
Türkçülük, yükselmek için değil, yükseltmek içindir. Topluluklar, fedakâr
fertlerinin çokluğu nispetinde yükselir.
Ülkücülük "idealizm" demektir. Bizim ülkümüzün hedefi Türk Milleti'ni en
kısa yoldan, en kısa zamanda, başkalarında avuç açmadan çağlar üzerinden
sıçra***** çağdaş medeniyetin en ön safına geçirmek, ilimde, teknikte,
medeniyette insan hakları ve eşitlikte, çevrecilikte yeryüzünün en kuvvetli
varlığı haline getirmek, Türklüğü yüceltmektir.
Türkçüler olarak davamız Türk milletinin varlığını yüceltmek ve ebediyen
devam ettirmek davasıdır. Bu fikrin, bu davanın üstünde başka hiçbir fikir,
başka bir dava yer alamaz. Türk milletinin varlığını korumak, yükseltmek ve
onu ebediyen devam ettirmek fikrine hizmet etmeyen, bu fikre uygun olmayan
hiçbir davranış, hiçbir hareket Türk milleti için geçerli olamaz.
Türk milletinin kendine has gerçekleri vardır, şartları vardır, tarihi
vardır, milli gelenekleri vardır, milli ruhu vardır. Türk milleti, yabancı
ülkelerin kendi şartlarına göre meydana getirilmiş olan sistemlerin kopya
edilmesiyle kalkınamaz kurtulamaz. Türk milletinin milli gerçeklerini
dikkate alan, milli ruhunu dikkate alan, milli tarihine ve milli
geleneklerine, milli ahlakına, dinine bağlı, saygılı modern ilmi, modern
tekniği de rehber edinen yüzde yüz milli bir sistemle olabilir.
Has Hacib Balasagunlu Yusuf tarafından XI. Yüzyıl'da yazılan "Kutadgu
Bilig", "siyaset bilgisi" demektir. "Uğur, bahtiyarlık" demek olan "kut"
kelimeyi şimdiye kadar "saadet veren ilim" diye boşuna tercüme etmişlerdir.
Bu ismin anlamı, koca eserin muhtevasından da anlaşılacağı üzere
siyasetnamedir. Toplumun bahtiyar olması için gerekli şartları saydığı malum
olduğuna göre Türkler'in, siyaseti, "toplum bahtiyarlığı bilimi" diye
anladıkları ortaya çıkıyor. Nitekim Kutadgu Bilig'den üç asır önce de Bilge
Kağan, kardeşi kahraman Kül Teğin için, İçen Kağan'da babası Bilge Kağan
için diktirdiği ünlü Orkun yazıtlarında, devlet siyaseti olarak zaferler
milleti doyurmak, giydirmek ve çoğaltmayı, yani bahtiyar etmeyi
başardıklarını anlatmışlardır.
Günümüzde milleti bahtiyar edecek bir siyaset tutumundan çok, tehlikelerden
kaçınıp yalnız içinde bulunulan günü düşünmek prensibi alıp yürümüştür.
******'ün çok hesaplı ve gerektiğinde çok atılgan siyasetine karşılık İsmet
İnönü sadece hesaplı, hesabında da kendisini yanlışlara götürecek kadar
ihtiyatlı siyaseti ile devleti yürütmeye çalışmıştır.
Aşırı ihtiyatlı siyasetle bir millet belki uzun bir süre için, tehlikelerin
içine dalmaktan kurtulabilir. Fakat aşırı ihtiyat pasif bir idare tarzı
olduğu için iştahlı komşularını vazgeçiremez ve günü gelince saldırmalarını
asla önleyemez.
Bu sebeple milli siyaset yerine, herkesle hoş geçinme siyasetinin
güdülmesinde hiçbir milli menfaat yoktur. Milletler, milli istekleri
nispetinde itibarlı ve kuvvetlidirler. Bundan başka "milli istekler" yani
"ülküler" milletlerin dinamik gücü, birliğinin sebebi, cesaretinin
kaynağıdır.
Türkiye, ******'ün ölümünden beri pasif bir devlet siyaseti gütmektedir.
******'ün zemin ve zaman icabı olarak, sırf o devir için söylediği "yurtta
sulh, cihanda sulh" sözlerini benimsemiş görünerek pasif siyasetini bu esas
üzerinde yoğunlaştırmış, maalesef barış uğruna kimseyi gücendirmemek
zihniyeti hâkim olmuş ve bu zihniyet siyasi sınırlar dışındaki Türklerin
ihmalini doğurmuştur. Herhangi bir devlette yaşayan Türklerle ilgilenmek o
devleti gücendirir, tedirgin eder, kızdırır diye adeta cihan Türklüğü inkâr
olunmuştur.
Hâlbuki cihanın manzarası bu konuda ne kadar ibret vericidir. Afrika
zencilerine kadar her millet ırkdaşlarıyla ilgilenmekten bir an
vazgeçmemektedir. Hele şu küçük Yunanistan bir yandan Kıbrıs'ı isterken, bir
yandan Arnavutluk'tan Epir'i koparmaya çalışmakta, daha ilerisi için de
Bizans'ı diriltecek hesaplar yapmaktadır.
Tarihin en eski çağlarından beri milletler arasında devamlı bir mücadele ve
yarışma vardır. Her millet kendi varlığını yükseltmek ve diğer toplumlar
üzerinde hakim kılmak için amansız bir çaba gösterir. Milletler arasındaki
bu mücadeleden habersiz bulunmak, hayatın katı gerçeklerini bilmemezlikten,
görmemezlikten gelmek olur. Medeniyetin ve tekniğin çok ileriye gittiği
iddia edilen çağımızda milletlerin birbiri arasındaki üstünlük, kuvvet ve
refah mücadelesi eskiden olduğu gibi bütün şiddetiyle devam etmektedir. "Hak
kuvvetindir…" ilkesi dünyanın var olduğu günden beri milletler arası
münasebetlerde hükmünü yürüten tek ilke olmuştur.
Gerçi biz Türkler; tarih boyunca hak ve adaletle hükmettik. Fakat hakkı
hâkim kılmanın vazgeçilmez şartı da yine kuvvetli olmaktır. Unutulmamalıdır
ki dünya barışını korumak, milletlerin haklarına saygı göstermek şeklindeki
propagandalar ne kadar iyi niyetli olursa olsun "Hak kuvvetindir…" ilkesini
bozamamaktadır.
Savaşmak, yaşamak için gereklidir. Çünkü milli çıkarların çatıştığı davaları
bitirmek için savaştan başka çare bulunamamıştır. Milletleri savaşa hazır
bulunduran iki vasıta vardır. Biri maddidir; buna "teknik" diyoruz. Biri
ruhidir; "ülkü" adını veriyoruz. Uzun tarih göstermiştir ki, eşit maddi
kuvvetler arasındaki çarpışmayı ruhi yönden üstün olan kazanır. Ruhi kuvvet,
teknik kuvveti yaratabilir. Ruhi kuvvetten yoksunluk ise, maddi güç ne kadar
büyük olursa olsun bozgun demektir.
Milli şuur ve gurura malik liderlerin en büyük faydası, toplumu aşağılık
duygusuna düşmekten korumaktır. Bir millet büyük iş yapabilmek için,
kendisinin büyük millet olduğu inancını duymalıdır. ****** devrinde, Türk
milleti nüfus, servet, teknik ve kültür bakımından, bugüne göre çok geride
olmasına rağmen manevi güç bakımından kudretliydi ve onun içindir ki,
kendisinde her tehlikeyi yenebilmek inanç ve kudreti bulunuyordu. Hâlbuki
önderler ve aydınlarda aşağılık duygusu olursa, o milletin kalkınmasına
imkân yoktur. Çünkü kalkınma hamlelerinin boşuna olacağı kuruntusu ruhlara
işlenmiş, gönüller ümitsizlikle dolmuştur.
Zafer hiçbir zaman, mahvolduklarını sananlar tarafından kazanılmaz.
Sözlük anlamı "And" ve "Uzak Hedef" demek olan "ülkü", topluluğu aynı yolda
yürüten bir kuvvettir ki bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten
sözleşmiş gibidirler.
Ülkü, ilk önce insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliğinde, şuur
altlarında, hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra
şuura geçer, Milli Liderler tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük
kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamle
sırasında da ülkülü millet, liderinin ardından gönül isteği ile koşar. Bütün
bu uğraşmalar arasında da millet yürür, önce manen, sonra maddeten ilerler,
olgunlaşır, erginleşir.
Milli ülküler, milletleri yüzyıllar boyunca ayakta tutacak enerji
kaynağıdır. Ülkücü milletler, fedakâr insanlarla doludur. Fedakâr insanların
çokluğu, her türlü insani meziyetlerin hâkimiyeti demektir. İnsan toplumları
insani meziyetlerle yaşar. Hayvanlaşmış toplumlar refah ve dıştan büyüklük
içinde olsa, yıkılmaya mahkûmdur. Eski Roma gibi..
Ancak kabiliyetli ve enerjik olanlar büyüklük ülküsü ardından koşar. Çünkü
büyüklük ülküsü, büyük fedakârlıklar ülküsü demektir. Bundan dolayıdır ki,
korkaklarla aşağılıklar büyüklükten korkar, daima küçük kalmak ister.
Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır. Türk milleti nedir, kimler
Türk'tür diye sorulacak olursa;
"Kendisini Türk hisseden, Türkiye için karşılıksız kendini feda edebilen,
Türkiye ve Türkçülük için faydalı işler yapan ve bu amaç için çalışan, bütün
varlığı ile nerede yaşarsa yaşasın -ister Türkiye'de ister
Antarktika'da-bütün varlığı ile "Ne Mutlu Türküm Diyene" , "Ben Türküm" diye
bağırabilen herkes diye açıklanabilir.
Türkçülük kelimesinin sonundaki ek, yerine göre mensupluk, sevgi,
taraftarlık gösteren bir ektir. Türkçülük de Türk sevgisi ve taraftarlığı
demek olduğuna göre, kelime, yerinde kullanılmıştır. Başka milletlerin Türk
taraftarlığı ve Türk sevgisi bu kelime ile ifade olunamaz. Zaten başka
milletlerin Türk'ü sevmesi de gerçekten bu sevgiye değil, geçici bir
nezakete, çıkara, siyasi zorunluluklara işarettir. Türk'ü gerçek olarak,
Türk'ten başkası sevmez.
Türkçülük bir ülküdür. Ülküler, milletlerin, manevi gıdasıdır. Ülküsüz
milletlerin en talihlisi dahi silik ve sönük kalmaya mahkûmdur. Eğer bu
millet talihli de değilse, onun sonucu yenilmek, ezilmek, hatta yok
olmaktır.
Türkçülük, bütün Türklerin tek devlet halinde birleşerek, her bakımdan bütün
milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.
Milli ülkümüzün ismi demektir. Bu isim, "Türk birliği" sözleriyle
özetlenebilir.
Ülküler, gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını
arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir. Milletler,
ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptirler.
Türkçülük, Türk yurdunda Türk milletinin kayıtsız şartsız hâkimiyeti ve
bağımsızlığı ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün
olması ülküsüdür.
Türkçülük, bütün Türklerin tek devlet halinde birleşerek, her bakımdan bütün
milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.
…
Türkçülük, Türklerin her bakımdan Türkleşmesi taraftarıdır. Bu sınırlar
içinde yabancı bir şey kalmayacaktır. Kayıtsız şartsız Türk kültürü hâkim
olacaktır. Bu bakımdan Türkçülüğün kendine mahsus bir dil, tarih ve alfabe
düşüncesi vardır.
Türkçülük, bir fikir olduğu kadar da bir inançtır. İnanç olduğu için de
tartışmasız, tenkitsiz kabul olunur. Onun tartışılacak ve tenkit olunacak
tarafı temeli, esası değil, ayrıntılarıdır.
Türkçülük, yükselmek için değil, yükseltmek içindir. Topluluklar, fedakâr
fertlerinin çokluğu nispetinde yükselir.
Ülkücülük "idealizm" demektir. Bizim ülkümüzün hedefi Türk Milleti'ni en
kısa yoldan, en kısa zamanda, başkalarında avuç açmadan çağlar üzerinden
sıçra***** çağdaş medeniyetin en ön safına geçirmek, ilimde, teknikte,
medeniyette insan hakları ve eşitlikte, çevrecilikte yeryüzünün en kuvvetli
varlığı haline getirmek, Türklüğü yüceltmektir.
Türkçüler olarak davamız Türk milletinin varlığını yüceltmek ve ebediyen
devam ettirmek davasıdır. Bu fikrin, bu davanın üstünde başka hiçbir fikir,
başka bir dava yer alamaz. Türk milletinin varlığını korumak, yükseltmek ve
onu ebediyen devam ettirmek fikrine hizmet etmeyen, bu fikre uygun olmayan
hiçbir davranış, hiçbir hareket Türk milleti için geçerli olamaz.
Türk milletinin kendine has gerçekleri vardır, şartları vardır, tarihi
vardır, milli gelenekleri vardır, milli ruhu vardır. Türk milleti, yabancı
ülkelerin kendi şartlarına göre meydana getirilmiş olan sistemlerin kopya
edilmesiyle kalkınamaz kurtulamaz. Türk milletinin milli gerçeklerini
dikkate alan, milli ruhunu dikkate alan, milli tarihine ve milli
geleneklerine, milli ahlakına, dinine bağlı, saygılı modern ilmi, modern
tekniği de rehber edinen yüzde yüz milli bir sistemle olabilir.
Has Hacib Balasagunlu Yusuf tarafından XI. Yüzyıl'da yazılan "Kutadgu
Bilig", "siyaset bilgisi" demektir. "Uğur, bahtiyarlık" demek olan "kut"
kelimeyi şimdiye kadar "saadet veren ilim" diye boşuna tercüme etmişlerdir.
Bu ismin anlamı, koca eserin muhtevasından da anlaşılacağı üzere
siyasetnamedir. Toplumun bahtiyar olması için gerekli şartları saydığı malum
olduğuna göre Türkler'in, siyaseti, "toplum bahtiyarlığı bilimi" diye
anladıkları ortaya çıkıyor. Nitekim Kutadgu Bilig'den üç asır önce de Bilge
Kağan, kardeşi kahraman Kül Teğin için, İçen Kağan'da babası Bilge Kağan
için diktirdiği ünlü Orkun yazıtlarında, devlet siyaseti olarak zaferler
milleti doyurmak, giydirmek ve çoğaltmayı, yani bahtiyar etmeyi
başardıklarını anlatmışlardır.
Günümüzde milleti bahtiyar edecek bir siyaset tutumundan çok, tehlikelerden
kaçınıp yalnız içinde bulunulan günü düşünmek prensibi alıp yürümüştür.
******'ün çok hesaplı ve gerektiğinde çok atılgan siyasetine karşılık İsmet
İnönü sadece hesaplı, hesabında da kendisini yanlışlara götürecek kadar
ihtiyatlı siyaseti ile devleti yürütmeye çalışmıştır.
Aşırı ihtiyatlı siyasetle bir millet belki uzun bir süre için, tehlikelerin
içine dalmaktan kurtulabilir. Fakat aşırı ihtiyat pasif bir idare tarzı
olduğu için iştahlı komşularını vazgeçiremez ve günü gelince saldırmalarını
asla önleyemez.
Bu sebeple milli siyaset yerine, herkesle hoş geçinme siyasetinin
güdülmesinde hiçbir milli menfaat yoktur. Milletler, milli istekleri
nispetinde itibarlı ve kuvvetlidirler. Bundan başka "milli istekler" yani
"ülküler" milletlerin dinamik gücü, birliğinin sebebi, cesaretinin
kaynağıdır.
Türkiye, ******'ün ölümünden beri pasif bir devlet siyaseti gütmektedir.
******'ün zemin ve zaman icabı olarak, sırf o devir için söylediği "yurtta
sulh, cihanda sulh" sözlerini benimsemiş görünerek pasif siyasetini bu esas
üzerinde yoğunlaştırmış, maalesef barış uğruna kimseyi gücendirmemek
zihniyeti hâkim olmuş ve bu zihniyet siyasi sınırlar dışındaki Türklerin
ihmalini doğurmuştur. Herhangi bir devlette yaşayan Türklerle ilgilenmek o
devleti gücendirir, tedirgin eder, kızdırır diye adeta cihan Türklüğü inkâr
olunmuştur.
Hâlbuki cihanın manzarası bu konuda ne kadar ibret vericidir. Afrika
zencilerine kadar her millet ırkdaşlarıyla ilgilenmekten bir an
vazgeçmemektedir. Hele şu küçük Yunanistan bir yandan Kıbrıs'ı isterken, bir
yandan Arnavutluk'tan Epir'i koparmaya çalışmakta, daha ilerisi için de
Bizans'ı diriltecek hesaplar yapmaktadır.
Tarihin en eski çağlarından beri milletler arasında devamlı bir mücadele ve
yarışma vardır. Her millet kendi varlığını yükseltmek ve diğer toplumlar
üzerinde hakim kılmak için amansız bir çaba gösterir. Milletler arasındaki
bu mücadeleden habersiz bulunmak, hayatın katı gerçeklerini bilmemezlikten,
görmemezlikten gelmek olur. Medeniyetin ve tekniğin çok ileriye gittiği
iddia edilen çağımızda milletlerin birbiri arasındaki üstünlük, kuvvet ve
refah mücadelesi eskiden olduğu gibi bütün şiddetiyle devam etmektedir. "Hak
kuvvetindir…" ilkesi dünyanın var olduğu günden beri milletler arası
münasebetlerde hükmünü yürüten tek ilke olmuştur.
Gerçi biz Türkler; tarih boyunca hak ve adaletle hükmettik. Fakat hakkı
hâkim kılmanın vazgeçilmez şartı da yine kuvvetli olmaktır. Unutulmamalıdır
ki dünya barışını korumak, milletlerin haklarına saygı göstermek şeklindeki
propagandalar ne kadar iyi niyetli olursa olsun "Hak kuvvetindir…" ilkesini
bozamamaktadır.
Savaşmak, yaşamak için gereklidir. Çünkü milli çıkarların çatıştığı davaları
bitirmek için savaştan başka çare bulunamamıştır. Milletleri savaşa hazır
bulunduran iki vasıta vardır. Biri maddidir; buna "teknik" diyoruz. Biri
ruhidir; "ülkü" adını veriyoruz. Uzun tarih göstermiştir ki, eşit maddi
kuvvetler arasındaki çarpışmayı ruhi yönden üstün olan kazanır. Ruhi kuvvet,
teknik kuvveti yaratabilir. Ruhi kuvvetten yoksunluk ise, maddi güç ne kadar
büyük olursa olsun bozgun demektir.