ForumAlemi - Herkesin Gözü Burada

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
ForumAlemi - Herkesin Gözü Burada

- Herkesin Gözü Burada


    Türk Ülküsü (4.Bölüm)

    avatar
    BUGRAOPEN
    Co-Admin

    Co-Admin


    Aktiflik :
    Türk Ülküsü (4.Bölüm) Left_bar_bleue100 / 100100 / 100Türk Ülküsü (4.Bölüm) Right_bar_bleue

    Mesaj Sayısı : 354
    Doğum tarihi : 14/12/93
    Kayıt tarihi : 18/04/09
    Yaş : 30
    Nerden : İstanbul

    Duyurum
    Kişisel İleti / Not Defteri :
    Uyarı Puanı:

    Türk Ülküsü (4.Bölüm) Empty Türk Ülküsü (4.Bölüm)

    Mesaj tarafından BUGRAOPEN Ptsi Haz. 01, 2009 8:41 pm

    Türk Ülküsü "Dördüncü ölüm"

    Avrupa'da fertler karşılıklı ilişkilerinde "Türk sözü mü?" derler. Onlar
    Türk sözüne güvenileceğini bilmektedirler. Büyüğünün emrinden çıkmamak,
    küçüğe karşı sevgi, şefkat göstermek, onu itaat altında bulundurmak, hakka
    riayet etmek Türk töresinin esas unsurlarıdır. Türkler bütün devletlerini bu
    töre ile kurmuşlardır. Türk Milletinin gücü Türk Töresi'nden gelmiştir.
    Töresi sarsıldığı, yıkıldığı, bozulduğu için Türk Milleti felakete
    uğramıştır. Türk Töresinde verilen söz önemlidir. Türk, rastgele vaadde
    bulunmaz. Rastgele söz vermez. Ağırbaşlıdır. Cıvık değildir. Çelik
    sinirlidir. Çelik gibi sinirleri vardır. Türk, bir kere söz verdi mi
    sözünden dönmez.

    Türk Töresi'nin bir şartı da yüksek vazife duygusudur. Vazifeyi her ne
    pahasına olursa olsun yapmaktır. Diğer bir şart, toplum uğrunda her çeşit
    fedakârlığı yapmaktır. Millete hizmet yolunda şahsi menfaatlerden, şahsi
    zevklerden feragattir. Vazgeçmektir. Kişiler kendilerini millet için feda
    ederler. Türk Milletinin büyüklüğü böyle teşekkül etmiştir. Türkiye böyle
    yaşayacak, böyle yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler
    yükselteceksiniz. Türk Töresi'nin en önemli gereği de sır saklamaktır. Sır
    saklamak…

    Türk Töresi'nin bir diğer şartı da haddini bilmektir. Haddini bilmek… Ne
    kendinizi dev aynasında göreceksiniz, herkese yukardan bakacaksınız, ne de
    kendinizi aşağıdan göreceksiniz, aşağıdan bakacaksınız.

    Türkçülük yolunda gayeye ulaşma, Türk Milletini uyandırma, ona yeni bir
    yaşama gücü ve hızı verme, milli tarihe ve Türklük şuuruna dayanan, modern
    ilmi ve yüksek ahlakı önder kabul eden yeni bir yaşama felsefesi ile
    doldurarak çalışmaya ve harekete sevk etmelidir. Vatandaşımıza içten ve
    dıştan çevrili bulunduğumuz tehlikeleri anlatma ve yurdumuzun kurtuluş ve
    yükseliş davasını halka mal etme sureti ile büyük hamleyi gerçekleştirmedir.
    Gayeye ulaşabilmenin diğer yollarından birisi ise; millete önderlik edecek
    olan aydınları yetiştirme, onları halk sevgisi ile doldurarak kişisel
    bencillikten uzak halk gibi, halkla beraber yaşa***** halk için çalışan
    insanlar durumuna getirmek ve böylece halk ile aydınları kaynaştırmaktır.

    Türkçüler olarak Türk Milleti için en güzeli, en iyiyi, en yükseği sağlamak
    üzere her engeli aşarak ve hiçbir şeyden yılma***** ileriye atılmalıyız.
    Elimizde hedefe ulaşmak için harcayabileceğimiz fazla zaman yoktur.

    Biz Türkçüyüz, Türk milletinin varlığını korumak, yüceltmek ve ebediyete
    kadar devam ettirmek mücadelesini yapan insanlarız. Bu ana ilkemizdir. Türk
    için "Türk'üm" diyen herkes için ana kanun budur. Her fikir, her davranış
    buna uymaya, bunu gerçekleştirmeye mecburdur.

    Milletlere milli inanç ve güç veren ülkünün ne büyük bir kuvvet olduğunu
    anlamak için örneklere bakmak yeterlidir.

    Yahudiler ülkü sahibi olmanın ibret verici örneğidir. Korkaklığı atasözü
    haline gelen bu millet, bugün, bir milli ülkünün ardında, herhangi bir
    millet kadar cesaretle çarpışıyor. Milli kahramanlar yetişiyor ve milli
    kahramanlar, milletlerine şeref vermek suretiyle ölüyorlar. Bu milli ülkü
    sayesinde, Filistin'deki yarım milyon Yahudi, yalnız Araplarla değil, bütün
    dünyaya, Amerika'ya meydan okuyor. Milli ülküye yapışmak sayesinde dünyada
    sözü geçen bir millet oluyor.

    Biz bir yandan: "Bir Türk dünyaya bedeldir." vecizesine inanmış görünürken,
    bir yandan da kendimizi baltalayıp inkâr ettik. Büyüklükten korktuk.
    Küçüklüğü benimsedik ve milli ülkü ile delilik diye alay ettik.

    Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer maddi güçleri tarafından yok
    edilmeden önce manevi ve fikri güçleri tarafından esaret altına alınırlar.
    Böyle bir duruma düşen toplumun esir ve yok olması kesin bir hale gelir.
    Milletlerin kuvvet kaynağını teşkil eden ve toplumları yükselten ana ilkeler
    gayet özet olarak şöyle sıralanabilir:

    1- Yüksek, sağlam bir manevi inanç ve sağlam ahlak sahibi olmak.

    2- Kuvvetli bir milli şuur ve milliyetçilik ruhu taşımak.

    3- İlim ve teknikte en yüksek seviyeye ulaşmak.

    4- Sanayide ve tarımda modern, kitle halinde çok üretim yapabilmek.

    İşte ilk bakışta basit gibi görünen bu ilkeler milletlerin kudretli
    olmaları, refah ve mutluluğa ermeleri için biricik çıkar yolu
    göstermektedirler. Türk Milleti ikiyüz yıldan beridir bu ana meselelere
    eğilecek yerde, hakiki yükselişle hiç ilgisi olmayan, taklitçilik ve
    şekilcilikle ilgili bulunan adi didişmelere kendisini kaptırmıştır. Türk
    aydınları ve Türk yöneticileri için batılı ülkelerin sığıntısı olmak bir
    ideal olarak benimsenmiştir. Ne zaman ki ordularımız, Avrupa ordularına
    karşı mağlup olmaya başlamış, o zaman bu aydınlar, Avrupa'nın kuvvetinin
    nereden geldiğini anlamak ve o kuvveti almak istemişlerdir. "Avrupa'da
    okuyalım, bu kültürleri ve fikirleri alalım, yurda dönelim" demişler. Fakat
    Avrupa'ya gidenler bu ana esasları alamamışlar, Batının tüketime, israfa
    dayanan lüks yaşayışını örnek almışlar, böylece medeni olacaklarını
    sanmışlar ve bunu iddia etmişlerdir… Avrupa'ya bakmışlar; ceket, kravat
    kullanıyorlar, kadınlara bakmışlar; nasıl giyiniyorlar onu almışlar, ne
    içiyorlar; viski, şampanya, nasıl eğleniyorlar; yılbaşında çamlar kesiliyor
    süsleniyor, evlerine koyup sabaha kadar onun etrafında eğleniyorlar. O halde
    demişler bunları yaparsak, onlar gibi giyinir, yer içer eğlenirsek biz de
    medenileşiriz, Avrupalılaşırız. Yaptıkları iş bu olmuş, Türk milletinin
    üretimini arttıracak çareleri düşünmemişler.

    İstanbul, Ankara, İzmir… vs. birkaç büyük şehire sıkışmış; köylüyle, halkla
    bağı kalmamış bir aydın sınıf türemiş. Maymun gibi Avrupa'nın lüksünü taklit
    eden bir zümre! Kendinde medenilik alametleri gören bir zümre halkı "gerici"
    diye küçük görmüşlerdir. Bugün bunları Anadolu'nun bir köşesine vazifeye
    göndermeye kalksanız, gitmemek için her çareye başvururlar.

    250 seneden beri Türk Milleti, güçlü bir devlet, refahlı bir cemiyet, mamur
    bir ülke olmanın şartlarını yeniden yaratmak, eski azametine tekrar kavuşmak
    çabasındadır. Bu gayeye ermek için, önce iki tutum mücadelesi olmuş, bir
    grup "Sünnet-i Şerifeye uygun yaşayışa tekrar dönersek eski heybetimize
    kavuşuruz" tezini ileri sürmüştü. "Kadızadeliler" veya "üstüvaniler" denen
    bu zümre Sünnet-i Şerifeye tatbikatının, çakşır yerine entari, kaşık yerine
    el, cübbe yerine maşlak giymek, camilerin kubbelerini ve minarelerini
    yıkmak, dişlere kürdanla dokunmamak gibi şeylerde görüyorlar ve buna aykırı
    düşünce sahiplerini itham ediyorlardı. Karşı grup ise, "Avrupalılaşmak her
    derde devadır" diyor ve avrupailikten de çakşır fes vurunmak, sedir yerine
    sandalyeye oturmak lüzumunu ileri sürüyorlardı.

    Onsekizinci Asır bu iki zümrenin mücadeleleriyle geçti, isyanlar, darbeler,
    ihtilaller, bu asrı doldurdu. Bu Fetret (1807)'ye kadar devam etti ve
    "Sened-I İttifak"la nihayet bulan kargaşıklık devri, 1826'da Avrupacıların
    kesin zaferiyle sonuçlandı.

    Aslında Kadızadeliler de Avrupacılar'da aynı derecede şekilci, ruhsuz, özsüz
    iddiaların peşinde idi. Avrupacılar yerine üstüvaniler galip gelse netice
    aynı olurdu. Aydını pantolon yerine entari giyen, fakat geri kalmış
    memleketler cetvelinde ya bir derece yukarı, ya bir derece aşağıda
    bulunurduk.

    Avrupacılık yolunda 160 yıla yakın zaman geçti. Bu devre içinde her moda
    tatbik edildi. Mustafa Reşit Paşa İngiliz Liberalizmini, Mithat Paşa Fransız
    parlamentarizmini, Menderes Amerikan pragmatizmini denediler.

    En köklü mülkiyet reformları, en keskin ordu ıslahatları yapıldı. Yeniçeri
    ordusu topa tutuldu, sipahi teşkilatı lağva uğradı.

    Mithat Paşa Meşrutiyetinden, Sultan Hamit otoriteciliğine kadar her tecrübe
    yapıldı, fakat hudutların Kırım'dan Aras'a, Yemen'den Anteb'e ve Bağdat'tan
    Hakkari'ye gelmesi önlenemedi.

    Tek parti, çok parti, tek meclis hepsi uygulandı. Şimdi de başka bir
    taklidin peşine gençler ve aydınlar takılmış sürükleniyor.

    Hâlbuki Türkiye'nin yükselişi dışarıdan ithal edilen fikirlerle olamaz.
    Hiçbir yabancı, Türk Milleti'nin menfaatlerini, Türk Milleti'nin kendisi
    kadar düşünemez. Bugün yurdumuza dışarıdan ithal edilmiş bulunan komünizm,
    faşizm veya kapitalizm fikirleriyle Türk Milleti yok edilmek istenmektedir.
    Türk gençleri yabancıdan gelen ve Türk Milletinin değil, başkalarının
    menfaatini temin etmek için yurdumuza sokulan yıkıcı fikir akımlarına karşı
    şahlanmalıdır.

    Davalarımızın çözümü kendimize dönmek, sarsılmaz bir birlik halinde el ele
    vermek ve geceli gündüzlü çalışmaya girişmekle mümkündür.

      Forum Saati Paz Kas. 03, 2024 4:46 pm