Türk Ülküsü "Dördüncü ölüm"
Avrupa'da fertler karşılıklı ilişkilerinde "Türk sözü mü?" derler. Onlar
Türk sözüne güvenileceğini bilmektedirler. Büyüğünün emrinden çıkmamak,
küçüğe karşı sevgi, şefkat göstermek, onu itaat altında bulundurmak, hakka
riayet etmek Türk töresinin esas unsurlarıdır. Türkler bütün devletlerini bu
töre ile kurmuşlardır. Türk Milletinin gücü Türk Töresi'nden gelmiştir.
Töresi sarsıldığı, yıkıldığı, bozulduğu için Türk Milleti felakete
uğramıştır. Türk Töresinde verilen söz önemlidir. Türk, rastgele vaadde
bulunmaz. Rastgele söz vermez. Ağırbaşlıdır. Cıvık değildir. Çelik
sinirlidir. Çelik gibi sinirleri vardır. Türk, bir kere söz verdi mi
sözünden dönmez.
Türk Töresi'nin bir şartı da yüksek vazife duygusudur. Vazifeyi her ne
pahasına olursa olsun yapmaktır. Diğer bir şart, toplum uğrunda her çeşit
fedakârlığı yapmaktır. Millete hizmet yolunda şahsi menfaatlerden, şahsi
zevklerden feragattir. Vazgeçmektir. Kişiler kendilerini millet için feda
ederler. Türk Milletinin büyüklüğü böyle teşekkül etmiştir. Türkiye böyle
yaşayacak, böyle yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler
yükselteceksiniz. Türk Töresi'nin en önemli gereği de sır saklamaktır. Sır
saklamak…
Türk Töresi'nin bir diğer şartı da haddini bilmektir. Haddini bilmek… Ne
kendinizi dev aynasında göreceksiniz, herkese yukardan bakacaksınız, ne de
kendinizi aşağıdan göreceksiniz, aşağıdan bakacaksınız.
Türkçülük yolunda gayeye ulaşma, Türk Milletini uyandırma, ona yeni bir
yaşama gücü ve hızı verme, milli tarihe ve Türklük şuuruna dayanan, modern
ilmi ve yüksek ahlakı önder kabul eden yeni bir yaşama felsefesi ile
doldurarak çalışmaya ve harekete sevk etmelidir. Vatandaşımıza içten ve
dıştan çevrili bulunduğumuz tehlikeleri anlatma ve yurdumuzun kurtuluş ve
yükseliş davasını halka mal etme sureti ile büyük hamleyi gerçekleştirmedir.
Gayeye ulaşabilmenin diğer yollarından birisi ise; millete önderlik edecek
olan aydınları yetiştirme, onları halk sevgisi ile doldurarak kişisel
bencillikten uzak halk gibi, halkla beraber yaşa***** halk için çalışan
insanlar durumuna getirmek ve böylece halk ile aydınları kaynaştırmaktır.
Türkçüler olarak Türk Milleti için en güzeli, en iyiyi, en yükseği sağlamak
üzere her engeli aşarak ve hiçbir şeyden yılma***** ileriye atılmalıyız.
Elimizde hedefe ulaşmak için harcayabileceğimiz fazla zaman yoktur.
Biz Türkçüyüz, Türk milletinin varlığını korumak, yüceltmek ve ebediyete
kadar devam ettirmek mücadelesini yapan insanlarız. Bu ana ilkemizdir. Türk
için "Türk'üm" diyen herkes için ana kanun budur. Her fikir, her davranış
buna uymaya, bunu gerçekleştirmeye mecburdur.
Milletlere milli inanç ve güç veren ülkünün ne büyük bir kuvvet olduğunu
anlamak için örneklere bakmak yeterlidir.
Yahudiler ülkü sahibi olmanın ibret verici örneğidir. Korkaklığı atasözü
haline gelen bu millet, bugün, bir milli ülkünün ardında, herhangi bir
millet kadar cesaretle çarpışıyor. Milli kahramanlar yetişiyor ve milli
kahramanlar, milletlerine şeref vermek suretiyle ölüyorlar. Bu milli ülkü
sayesinde, Filistin'deki yarım milyon Yahudi, yalnız Araplarla değil, bütün
dünyaya, Amerika'ya meydan okuyor. Milli ülküye yapışmak sayesinde dünyada
sözü geçen bir millet oluyor.
Biz bir yandan: "Bir Türk dünyaya bedeldir." vecizesine inanmış görünürken,
bir yandan da kendimizi baltalayıp inkâr ettik. Büyüklükten korktuk.
Küçüklüğü benimsedik ve milli ülkü ile delilik diye alay ettik.
Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer maddi güçleri tarafından yok
edilmeden önce manevi ve fikri güçleri tarafından esaret altına alınırlar.
Böyle bir duruma düşen toplumun esir ve yok olması kesin bir hale gelir.
Milletlerin kuvvet kaynağını teşkil eden ve toplumları yükselten ana ilkeler
gayet özet olarak şöyle sıralanabilir:
1- Yüksek, sağlam bir manevi inanç ve sağlam ahlak sahibi olmak.
2- Kuvvetli bir milli şuur ve milliyetçilik ruhu taşımak.
3- İlim ve teknikte en yüksek seviyeye ulaşmak.
4- Sanayide ve tarımda modern, kitle halinde çok üretim yapabilmek.
İşte ilk bakışta basit gibi görünen bu ilkeler milletlerin kudretli
olmaları, refah ve mutluluğa ermeleri için biricik çıkar yolu
göstermektedirler. Türk Milleti ikiyüz yıldan beridir bu ana meselelere
eğilecek yerde, hakiki yükselişle hiç ilgisi olmayan, taklitçilik ve
şekilcilikle ilgili bulunan adi didişmelere kendisini kaptırmıştır. Türk
aydınları ve Türk yöneticileri için batılı ülkelerin sığıntısı olmak bir
ideal olarak benimsenmiştir. Ne zaman ki ordularımız, Avrupa ordularına
karşı mağlup olmaya başlamış, o zaman bu aydınlar, Avrupa'nın kuvvetinin
nereden geldiğini anlamak ve o kuvveti almak istemişlerdir. "Avrupa'da
okuyalım, bu kültürleri ve fikirleri alalım, yurda dönelim" demişler. Fakat
Avrupa'ya gidenler bu ana esasları alamamışlar, Batının tüketime, israfa
dayanan lüks yaşayışını örnek almışlar, böylece medeni olacaklarını
sanmışlar ve bunu iddia etmişlerdir… Avrupa'ya bakmışlar; ceket, kravat
kullanıyorlar, kadınlara bakmışlar; nasıl giyiniyorlar onu almışlar, ne
içiyorlar; viski, şampanya, nasıl eğleniyorlar; yılbaşında çamlar kesiliyor
süsleniyor, evlerine koyup sabaha kadar onun etrafında eğleniyorlar. O halde
demişler bunları yaparsak, onlar gibi giyinir, yer içer eğlenirsek biz de
medenileşiriz, Avrupalılaşırız. Yaptıkları iş bu olmuş, Türk milletinin
üretimini arttıracak çareleri düşünmemişler.
İstanbul, Ankara, İzmir… vs. birkaç büyük şehire sıkışmış; köylüyle, halkla
bağı kalmamış bir aydın sınıf türemiş. Maymun gibi Avrupa'nın lüksünü taklit
eden bir zümre! Kendinde medenilik alametleri gören bir zümre halkı "gerici"
diye küçük görmüşlerdir. Bugün bunları Anadolu'nun bir köşesine vazifeye
göndermeye kalksanız, gitmemek için her çareye başvururlar.
250 seneden beri Türk Milleti, güçlü bir devlet, refahlı bir cemiyet, mamur
bir ülke olmanın şartlarını yeniden yaratmak, eski azametine tekrar kavuşmak
çabasındadır. Bu gayeye ermek için, önce iki tutum mücadelesi olmuş, bir
grup "Sünnet-i Şerifeye uygun yaşayışa tekrar dönersek eski heybetimize
kavuşuruz" tezini ileri sürmüştü. "Kadızadeliler" veya "üstüvaniler" denen
bu zümre Sünnet-i Şerifeye tatbikatının, çakşır yerine entari, kaşık yerine
el, cübbe yerine maşlak giymek, camilerin kubbelerini ve minarelerini
yıkmak, dişlere kürdanla dokunmamak gibi şeylerde görüyorlar ve buna aykırı
düşünce sahiplerini itham ediyorlardı. Karşı grup ise, "Avrupalılaşmak her
derde devadır" diyor ve avrupailikten de çakşır fes vurunmak, sedir yerine
sandalyeye oturmak lüzumunu ileri sürüyorlardı.
Onsekizinci Asır bu iki zümrenin mücadeleleriyle geçti, isyanlar, darbeler,
ihtilaller, bu asrı doldurdu. Bu Fetret (1807)'ye kadar devam etti ve
"Sened-I İttifak"la nihayet bulan kargaşıklık devri, 1826'da Avrupacıların
kesin zaferiyle sonuçlandı.
Aslında Kadızadeliler de Avrupacılar'da aynı derecede şekilci, ruhsuz, özsüz
iddiaların peşinde idi. Avrupacılar yerine üstüvaniler galip gelse netice
aynı olurdu. Aydını pantolon yerine entari giyen, fakat geri kalmış
memleketler cetvelinde ya bir derece yukarı, ya bir derece aşağıda
bulunurduk.
Avrupacılık yolunda 160 yıla yakın zaman geçti. Bu devre içinde her moda
tatbik edildi. Mustafa Reşit Paşa İngiliz Liberalizmini, Mithat Paşa Fransız
parlamentarizmini, Menderes Amerikan pragmatizmini denediler.
En köklü mülkiyet reformları, en keskin ordu ıslahatları yapıldı. Yeniçeri
ordusu topa tutuldu, sipahi teşkilatı lağva uğradı.
Mithat Paşa Meşrutiyetinden, Sultan Hamit otoriteciliğine kadar her tecrübe
yapıldı, fakat hudutların Kırım'dan Aras'a, Yemen'den Anteb'e ve Bağdat'tan
Hakkari'ye gelmesi önlenemedi.
Tek parti, çok parti, tek meclis hepsi uygulandı. Şimdi de başka bir
taklidin peşine gençler ve aydınlar takılmış sürükleniyor.
Hâlbuki Türkiye'nin yükselişi dışarıdan ithal edilen fikirlerle olamaz.
Hiçbir yabancı, Türk Milleti'nin menfaatlerini, Türk Milleti'nin kendisi
kadar düşünemez. Bugün yurdumuza dışarıdan ithal edilmiş bulunan komünizm,
faşizm veya kapitalizm fikirleriyle Türk Milleti yok edilmek istenmektedir.
Türk gençleri yabancıdan gelen ve Türk Milletinin değil, başkalarının
menfaatini temin etmek için yurdumuza sokulan yıkıcı fikir akımlarına karşı
şahlanmalıdır.
Davalarımızın çözümü kendimize dönmek, sarsılmaz bir birlik halinde el ele
vermek ve geceli gündüzlü çalışmaya girişmekle mümkündür.
Avrupa'da fertler karşılıklı ilişkilerinde "Türk sözü mü?" derler. Onlar
Türk sözüne güvenileceğini bilmektedirler. Büyüğünün emrinden çıkmamak,
küçüğe karşı sevgi, şefkat göstermek, onu itaat altında bulundurmak, hakka
riayet etmek Türk töresinin esas unsurlarıdır. Türkler bütün devletlerini bu
töre ile kurmuşlardır. Türk Milletinin gücü Türk Töresi'nden gelmiştir.
Töresi sarsıldığı, yıkıldığı, bozulduğu için Türk Milleti felakete
uğramıştır. Türk Töresinde verilen söz önemlidir. Türk, rastgele vaadde
bulunmaz. Rastgele söz vermez. Ağırbaşlıdır. Cıvık değildir. Çelik
sinirlidir. Çelik gibi sinirleri vardır. Türk, bir kere söz verdi mi
sözünden dönmez.
Türk Töresi'nin bir şartı da yüksek vazife duygusudur. Vazifeyi her ne
pahasına olursa olsun yapmaktır. Diğer bir şart, toplum uğrunda her çeşit
fedakârlığı yapmaktır. Millete hizmet yolunda şahsi menfaatlerden, şahsi
zevklerden feragattir. Vazgeçmektir. Kişiler kendilerini millet için feda
ederler. Türk Milletinin büyüklüğü böyle teşekkül etmiştir. Türkiye böyle
yaşayacak, böyle yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler
yükselteceksiniz. Türk Töresi'nin en önemli gereği de sır saklamaktır. Sır
saklamak…
Türk Töresi'nin bir diğer şartı da haddini bilmektir. Haddini bilmek… Ne
kendinizi dev aynasında göreceksiniz, herkese yukardan bakacaksınız, ne de
kendinizi aşağıdan göreceksiniz, aşağıdan bakacaksınız.
Türkçülük yolunda gayeye ulaşma, Türk Milletini uyandırma, ona yeni bir
yaşama gücü ve hızı verme, milli tarihe ve Türklük şuuruna dayanan, modern
ilmi ve yüksek ahlakı önder kabul eden yeni bir yaşama felsefesi ile
doldurarak çalışmaya ve harekete sevk etmelidir. Vatandaşımıza içten ve
dıştan çevrili bulunduğumuz tehlikeleri anlatma ve yurdumuzun kurtuluş ve
yükseliş davasını halka mal etme sureti ile büyük hamleyi gerçekleştirmedir.
Gayeye ulaşabilmenin diğer yollarından birisi ise; millete önderlik edecek
olan aydınları yetiştirme, onları halk sevgisi ile doldurarak kişisel
bencillikten uzak halk gibi, halkla beraber yaşa***** halk için çalışan
insanlar durumuna getirmek ve böylece halk ile aydınları kaynaştırmaktır.
Türkçüler olarak Türk Milleti için en güzeli, en iyiyi, en yükseği sağlamak
üzere her engeli aşarak ve hiçbir şeyden yılma***** ileriye atılmalıyız.
Elimizde hedefe ulaşmak için harcayabileceğimiz fazla zaman yoktur.
Biz Türkçüyüz, Türk milletinin varlığını korumak, yüceltmek ve ebediyete
kadar devam ettirmek mücadelesini yapan insanlarız. Bu ana ilkemizdir. Türk
için "Türk'üm" diyen herkes için ana kanun budur. Her fikir, her davranış
buna uymaya, bunu gerçekleştirmeye mecburdur.
Milletlere milli inanç ve güç veren ülkünün ne büyük bir kuvvet olduğunu
anlamak için örneklere bakmak yeterlidir.
Yahudiler ülkü sahibi olmanın ibret verici örneğidir. Korkaklığı atasözü
haline gelen bu millet, bugün, bir milli ülkünün ardında, herhangi bir
millet kadar cesaretle çarpışıyor. Milli kahramanlar yetişiyor ve milli
kahramanlar, milletlerine şeref vermek suretiyle ölüyorlar. Bu milli ülkü
sayesinde, Filistin'deki yarım milyon Yahudi, yalnız Araplarla değil, bütün
dünyaya, Amerika'ya meydan okuyor. Milli ülküye yapışmak sayesinde dünyada
sözü geçen bir millet oluyor.
Biz bir yandan: "Bir Türk dünyaya bedeldir." vecizesine inanmış görünürken,
bir yandan da kendimizi baltalayıp inkâr ettik. Büyüklükten korktuk.
Küçüklüğü benimsedik ve milli ülkü ile delilik diye alay ettik.
Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer maddi güçleri tarafından yok
edilmeden önce manevi ve fikri güçleri tarafından esaret altına alınırlar.
Böyle bir duruma düşen toplumun esir ve yok olması kesin bir hale gelir.
Milletlerin kuvvet kaynağını teşkil eden ve toplumları yükselten ana ilkeler
gayet özet olarak şöyle sıralanabilir:
1- Yüksek, sağlam bir manevi inanç ve sağlam ahlak sahibi olmak.
2- Kuvvetli bir milli şuur ve milliyetçilik ruhu taşımak.
3- İlim ve teknikte en yüksek seviyeye ulaşmak.
4- Sanayide ve tarımda modern, kitle halinde çok üretim yapabilmek.
İşte ilk bakışta basit gibi görünen bu ilkeler milletlerin kudretli
olmaları, refah ve mutluluğa ermeleri için biricik çıkar yolu
göstermektedirler. Türk Milleti ikiyüz yıldan beridir bu ana meselelere
eğilecek yerde, hakiki yükselişle hiç ilgisi olmayan, taklitçilik ve
şekilcilikle ilgili bulunan adi didişmelere kendisini kaptırmıştır. Türk
aydınları ve Türk yöneticileri için batılı ülkelerin sığıntısı olmak bir
ideal olarak benimsenmiştir. Ne zaman ki ordularımız, Avrupa ordularına
karşı mağlup olmaya başlamış, o zaman bu aydınlar, Avrupa'nın kuvvetinin
nereden geldiğini anlamak ve o kuvveti almak istemişlerdir. "Avrupa'da
okuyalım, bu kültürleri ve fikirleri alalım, yurda dönelim" demişler. Fakat
Avrupa'ya gidenler bu ana esasları alamamışlar, Batının tüketime, israfa
dayanan lüks yaşayışını örnek almışlar, böylece medeni olacaklarını
sanmışlar ve bunu iddia etmişlerdir… Avrupa'ya bakmışlar; ceket, kravat
kullanıyorlar, kadınlara bakmışlar; nasıl giyiniyorlar onu almışlar, ne
içiyorlar; viski, şampanya, nasıl eğleniyorlar; yılbaşında çamlar kesiliyor
süsleniyor, evlerine koyup sabaha kadar onun etrafında eğleniyorlar. O halde
demişler bunları yaparsak, onlar gibi giyinir, yer içer eğlenirsek biz de
medenileşiriz, Avrupalılaşırız. Yaptıkları iş bu olmuş, Türk milletinin
üretimini arttıracak çareleri düşünmemişler.
İstanbul, Ankara, İzmir… vs. birkaç büyük şehire sıkışmış; köylüyle, halkla
bağı kalmamış bir aydın sınıf türemiş. Maymun gibi Avrupa'nın lüksünü taklit
eden bir zümre! Kendinde medenilik alametleri gören bir zümre halkı "gerici"
diye küçük görmüşlerdir. Bugün bunları Anadolu'nun bir köşesine vazifeye
göndermeye kalksanız, gitmemek için her çareye başvururlar.
250 seneden beri Türk Milleti, güçlü bir devlet, refahlı bir cemiyet, mamur
bir ülke olmanın şartlarını yeniden yaratmak, eski azametine tekrar kavuşmak
çabasındadır. Bu gayeye ermek için, önce iki tutum mücadelesi olmuş, bir
grup "Sünnet-i Şerifeye uygun yaşayışa tekrar dönersek eski heybetimize
kavuşuruz" tezini ileri sürmüştü. "Kadızadeliler" veya "üstüvaniler" denen
bu zümre Sünnet-i Şerifeye tatbikatının, çakşır yerine entari, kaşık yerine
el, cübbe yerine maşlak giymek, camilerin kubbelerini ve minarelerini
yıkmak, dişlere kürdanla dokunmamak gibi şeylerde görüyorlar ve buna aykırı
düşünce sahiplerini itham ediyorlardı. Karşı grup ise, "Avrupalılaşmak her
derde devadır" diyor ve avrupailikten de çakşır fes vurunmak, sedir yerine
sandalyeye oturmak lüzumunu ileri sürüyorlardı.
Onsekizinci Asır bu iki zümrenin mücadeleleriyle geçti, isyanlar, darbeler,
ihtilaller, bu asrı doldurdu. Bu Fetret (1807)'ye kadar devam etti ve
"Sened-I İttifak"la nihayet bulan kargaşıklık devri, 1826'da Avrupacıların
kesin zaferiyle sonuçlandı.
Aslında Kadızadeliler de Avrupacılar'da aynı derecede şekilci, ruhsuz, özsüz
iddiaların peşinde idi. Avrupacılar yerine üstüvaniler galip gelse netice
aynı olurdu. Aydını pantolon yerine entari giyen, fakat geri kalmış
memleketler cetvelinde ya bir derece yukarı, ya bir derece aşağıda
bulunurduk.
Avrupacılık yolunda 160 yıla yakın zaman geçti. Bu devre içinde her moda
tatbik edildi. Mustafa Reşit Paşa İngiliz Liberalizmini, Mithat Paşa Fransız
parlamentarizmini, Menderes Amerikan pragmatizmini denediler.
En köklü mülkiyet reformları, en keskin ordu ıslahatları yapıldı. Yeniçeri
ordusu topa tutuldu, sipahi teşkilatı lağva uğradı.
Mithat Paşa Meşrutiyetinden, Sultan Hamit otoriteciliğine kadar her tecrübe
yapıldı, fakat hudutların Kırım'dan Aras'a, Yemen'den Anteb'e ve Bağdat'tan
Hakkari'ye gelmesi önlenemedi.
Tek parti, çok parti, tek meclis hepsi uygulandı. Şimdi de başka bir
taklidin peşine gençler ve aydınlar takılmış sürükleniyor.
Hâlbuki Türkiye'nin yükselişi dışarıdan ithal edilen fikirlerle olamaz.
Hiçbir yabancı, Türk Milleti'nin menfaatlerini, Türk Milleti'nin kendisi
kadar düşünemez. Bugün yurdumuza dışarıdan ithal edilmiş bulunan komünizm,
faşizm veya kapitalizm fikirleriyle Türk Milleti yok edilmek istenmektedir.
Türk gençleri yabancıdan gelen ve Türk Milletinin değil, başkalarının
menfaatini temin etmek için yurdumuza sokulan yıkıcı fikir akımlarına karşı
şahlanmalıdır.
Davalarımızın çözümü kendimize dönmek, sarsılmaz bir birlik halinde el ele
vermek ve geceli gündüzlü çalışmaya girişmekle mümkündür.