ForumAlemi - Herkesin Gözü Burada

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
ForumAlemi - Herkesin Gözü Burada

- Herkesin Gözü Burada


    Türk Ülküsü (2.Bölüm)

    avatar
    BUGRAOPEN
    Co-Admin

    Co-Admin


    Aktiflik :
    Türk Ülküsü (2.Bölüm) Left_bar_bleue100 / 100100 / 100Türk Ülküsü (2.Bölüm) Right_bar_bleue

    Mesaj Sayısı : 354
    Doğum tarihi : 14/12/93
    Kayıt tarihi : 18/04/09
    Yaş : 30
    Nerden : İstanbul

    Duyurum
    Kişisel İleti / Not Defteri :
    Uyarı Puanı:

    Türk Ülküsü (2.Bölüm) Empty Türk Ülküsü (2.Bölüm)

    Mesaj tarafından BUGRAOPEN Ptsi Haz. 01, 2009 8:40 pm

    Türk Ülküsü "" Ikinci bölüm ""

    Ruhi Kuvvet nedir?

    Türk ülküsü, Türk büyüklüğü ve Türk kuvveti isteği ve inancıdır. İnancın en
    büyük ruhi amil olduğunu anlamaya lüzum yok. İmanla, ümitsiz hastalar bile
    iyileşiyor.

    Milli üstünlük inancı, büyümek isteği, yani milli ülküdür. Milli ülküler,
    toplulukların yaratıcı kuvvetidir. Bütün yaratıcı güçler gibi de,
    ayrılıkları yok etmek özelliğine maliktir.

    Türk yaratıcı gücü, yani Türk ülküsü, yüzyıllardan beri prensip haline
    gelmiş, uğrunda çarpışılmış, birkaç kere gerçekleşmiş bir düşüncedir. Ona
    hayal diyenler, hayal içinde gevşeyip tembelleşmiş olanlardır. Dedikleri
    gibi hayal olsaydı hiç gerçekleşir miydi?

    Bununla beraber 20 nci yüzyıl bir mucizeler zamanı olmuş, olmaz sanılanlar
    mümkün kılınmıştır. Bu bakımdan da, Türk ülküsünün gerçekleşmesini ummak,
    insanlar için, haktır.

    Bu günkü ülküler, tamimiyle millidir. Dini inancı da içine almış olan milli
    ülkü, insanları sürükleyen, güçlendiren ve asilleştiren bu duygu ve
    düşüncedir.

    Bugünün kaba maddeciliği arasında, Türk ülküsü sararmış, biraz küllenmiş
    gibi görünüyor. Maddecilik hastalığı geçtiği zaman, o, yine parlayacaktır.
    Onun için Türk ülküsüne sarılmaya mecburuz. Bütün doğu milletlerini yendiği
    halde, yalnız Türklerle başa çıkamayan Batı'nın içine sinmiş düşmanlığı ve
    hıncı karşısında bizim silahımız Türk ülküsüdür.

    Sınır dışı yurttaşlarını düşünmek, onların bizimle birleşmesini veya hiç
    olmazsa bağımsız olmasını istemekse hiçbir zaman maceracılık değildir.
    Dünyanın bütün milletleri, hatta pek yeni devlet kuranları bile ilk iş
    olarak sınır dışı ırkdaşlarını düşünüyorlar. Biz de, geçmişi ve bugünü ile
    büyük bir millet olmak dolayısıyla, sınır dışı yurttaşlarımızı düşünmek ve
    hele insan hakları beyannamesinden sonra, onların da insan haklarından
    faydalanması için teşebbüslere girişmekle yükümlüyüz.

    İmzamızı attığımız Birleşmiş Milletler anayasasına dayanarak, siyasi
    sınırlarımız dışındaki Türklerin de bağımsız olmalarını ve yabancı
    hakimiyetinden kurtulmak davalarını desteklemek hem milli borcumuz, hem de
    insanlık görevimizdir. Henüz yamyamlık devresini bile atlamamış olan
    toplumlara devlet kurma hakkı tanınırken, medeni ve üstün kabiliyetli millet
    olan Türklerin şurada burada tutsak hayatı sürmelerini kabul edemeyiz. İyi
    çalışan ve mantıklı, ilkeli, ülküsüne sadık ellerde bulunan bir Türk
    Dışişlerinin bu hakkı bütün dünyaya tanıtacağından eminiz.

    Milli ülkülerde, azdan çoğa doğru üç dönem vardır: Bağımsızlık, birlik,
    fetihler.

    Milli ülkünün ilk dönemi bağımsızlık kazanmaktır. Bağımsız olmayanlar bunu
    kazanmak, kazanmış olanlar ise onu koruyup sağlamlaştırmak düşüncesi ardında
    koşarlar.

    Milli ülkünün ikinci dönemi birliktir. Yani bir milletin bütün fertlerinin
    tek bayrak altında, tek devlet haline gelmesidir. Bağımsızlığını kazanmış
    olan her milletin ilk işi, yabancı çizmesi altında kalmış olanları kurtarma
    yollarını aramaktır. Yahut bir millet birkaç ayrı devlet halinde bağımsız
    bir hayat yaşıyorsa, bunların birleşmesi için siyasi ve askeri çalışmalara
    girişmektedir.

    Milli ülkünün üçüncü dönemi ise fetihlerdir. Bugün fetihler kültür yoluyla,
    sermaye yoluyla yapılmaktadır.

    Acaba, savunucu ülkü olmaz mı? Bir millet, sahip bulunduğu sınırlar içinde
    yaşayıp bolluğa ve mutluluğa kavuşmak ülküsünü güdemez mi?

    Hayır! Çünkü eldeki sınırları korumak ve zengin olmak düşüncesi hiçbir zaman
    bir ülkü olamaz. Bunlar bir millet için en küçük ve olağan isteklerdir. Ülkü
    ise küçük ve olağan bir istek değildir. Ülkü, biraz hayal ile karışık, uzak
    ve güç bir hedeftir. Ülkü, o ülkü ile tutuşmuş millet fertlerini heyecan
    içinde yaşatan kutlu ve tatlı bir düşüncedir. Ülküler kanla, fedakârlıkla,
    kahramanlıkla beslenir. Bir millet, ülküsüne varmak için ırmaklar gibi kan
    akıtır, yığınlarla can harcar. Ülkülere kanla, kılıçla, dövüşle, milli kinle
    varılır. Ülkü çelik yürekler, demir bilekler, sarsılmaz iradeler, yüksek
    ahlaklar ister. Ülkü bir dindir. Kahramanlar ve şehitler ister.

    Kendi rahatı ve keyfi kaçmasın diye insanlık davası (!) güdenler, ülküyü
    inkâr edenler her zaman, her yerde çıkabilir. Fakat bir milletin içinde
    büyük bir çoğunluk milli ülküye inandıktan sonra, geriye kalanlar da ister
    istemez bu milli akıntıya uymaya mecburdurlar.

    Bizim için önemli olan, dost kılıklı yabancıların milli ülküyü güya milli
    çıkar adına baltalamasının önüne geçmektir.

    Bir topluluktan ortak ülküyü kaldırın, insanların hayvanlaştığını
    görürsünüz. Ortak düşünce olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve
    zevkini düşünür. Böyle bir toplulukta fedakârlık, saygı, nezaket kalmaz.
    Bencillik, kabalık, rüşvet, iltimas ve namussuzluğun türlüsü alır yürür.
    Maddileşmiş bir insan vatan için ölür mü? Bencil bir insan muhtaçlara yardım
    eder mi? Milletine inanmayan bir adam yabancı ile işbirliği yapmaz mı?
    Erdemi gülünç bulan birisi çalıp çırpmaz mı?

    İnsanı hayvandan ayıran özellikler utanma, ülküye bağlanma ve iman ve fikir
    uğrunda ölebilme hasletleridir. Utanan insan suç işlemekten ve ayıplanmaktan
    sakınır. Ülküye bağlanan insan maddi sıkıntılara şikâyetsiz katlanır. Bir
    iman ve fikir uğrunda ölen insanda kendisinden sonra geleceklerin
    terbiyesinde olağanüstü rol oynar. Bunların madde ile ilgisi yoktur.

    Türkiye'nin kalkınmasını düşünürken fertlerin yalnızca refahını düşünmek,
    memleketi kuvvetlendirmeye yetmez. Refah içinde ve ileri bir memleket, ahlak
    ve fikir bakımından da üstün değilse yıkılmaya mahkûmdur. Fertlerinde bir
    fikir için ölmek hasleti bulunmayan milletler, düşman saldırısı karşısında
    ölmekten kaçınacakları için, o refahtan hiçbir hayır gelmeyecektir.

    Hâlbuki Türkler, yüzyıllar boyunca, büyük devlet kurmak ülküsünü taşımış bir
    millet oldukları için, onları kalkındırmak aynı durumdaki başka milletleri
    kalkındırmaktan daha kolaydır. Fedakârlığa dayanan kalkınma hamlesini, Türk
    milleti birçok milletlerden daha hızlı yapabilecek yetenektedir. Fakat
    yüzyıllar boyunca kudretli önderler tarafından idare edilmiş olan Türk
    toplumu, tarihinin, her çağında olduğu gibi bugün de büyük kılavuzlar
    istemektedir.

    Milli şuur ve gurura malik liderlerin en büyük faydası, toplumu aşağılık
    duygusuna düşmekten korumaktır. Bir millet büyük iş yapabilmek için,
    kendisinin büyük millet olduğu inancını duymalıdır. ****** devrinde, Türk
    milleti nüfus, servet, teknik ve kültür bakımından, bugüne göre çok geride
    olmasına rağmen manevi güç bakımından kudretliydi ve onun içindir ki,
    kendisinde her tehlikeyi yenebilmek inanç ve kuvveti bulunuyordu.

    Hâlbuki önderler ve aydınlarda aşağılık duygusu olursa, o milletin
    kalkınmasına imkân yoktur. Çünkü kalkınma hamlelerinin boşuna olacağı
    kuruntusu ruhlara işlenmiş, gönüller ümitsizlikle dolmuştur.

      Forum Saati Cuma Kas. 22, 2024 9:20 am