Türk Ülküsü "" Ikinci bölüm ""
Ruhi Kuvvet nedir?
Türk ülküsü, Türk büyüklüğü ve Türk kuvveti isteği ve inancıdır. İnancın en
büyük ruhi amil olduğunu anlamaya lüzum yok. İmanla, ümitsiz hastalar bile
iyileşiyor.
Milli üstünlük inancı, büyümek isteği, yani milli ülküdür. Milli ülküler,
toplulukların yaratıcı kuvvetidir. Bütün yaratıcı güçler gibi de,
ayrılıkları yok etmek özelliğine maliktir.
Türk yaratıcı gücü, yani Türk ülküsü, yüzyıllardan beri prensip haline
gelmiş, uğrunda çarpışılmış, birkaç kere gerçekleşmiş bir düşüncedir. Ona
hayal diyenler, hayal içinde gevşeyip tembelleşmiş olanlardır. Dedikleri
gibi hayal olsaydı hiç gerçekleşir miydi?
Bununla beraber 20 nci yüzyıl bir mucizeler zamanı olmuş, olmaz sanılanlar
mümkün kılınmıştır. Bu bakımdan da, Türk ülküsünün gerçekleşmesini ummak,
insanlar için, haktır.
Bu günkü ülküler, tamimiyle millidir. Dini inancı da içine almış olan milli
ülkü, insanları sürükleyen, güçlendiren ve asilleştiren bu duygu ve
düşüncedir.
Bugünün kaba maddeciliği arasında, Türk ülküsü sararmış, biraz küllenmiş
gibi görünüyor. Maddecilik hastalığı geçtiği zaman, o, yine parlayacaktır.
Onun için Türk ülküsüne sarılmaya mecburuz. Bütün doğu milletlerini yendiği
halde, yalnız Türklerle başa çıkamayan Batı'nın içine sinmiş düşmanlığı ve
hıncı karşısında bizim silahımız Türk ülküsüdür.
Sınır dışı yurttaşlarını düşünmek, onların bizimle birleşmesini veya hiç
olmazsa bağımsız olmasını istemekse hiçbir zaman maceracılık değildir.
Dünyanın bütün milletleri, hatta pek yeni devlet kuranları bile ilk iş
olarak sınır dışı ırkdaşlarını düşünüyorlar. Biz de, geçmişi ve bugünü ile
büyük bir millet olmak dolayısıyla, sınır dışı yurttaşlarımızı düşünmek ve
hele insan hakları beyannamesinden sonra, onların da insan haklarından
faydalanması için teşebbüslere girişmekle yükümlüyüz.
İmzamızı attığımız Birleşmiş Milletler anayasasına dayanarak, siyasi
sınırlarımız dışındaki Türklerin de bağımsız olmalarını ve yabancı
hakimiyetinden kurtulmak davalarını desteklemek hem milli borcumuz, hem de
insanlık görevimizdir. Henüz yamyamlık devresini bile atlamamış olan
toplumlara devlet kurma hakkı tanınırken, medeni ve üstün kabiliyetli millet
olan Türklerin şurada burada tutsak hayatı sürmelerini kabul edemeyiz. İyi
çalışan ve mantıklı, ilkeli, ülküsüne sadık ellerde bulunan bir Türk
Dışişlerinin bu hakkı bütün dünyaya tanıtacağından eminiz.
Milli ülkülerde, azdan çoğa doğru üç dönem vardır: Bağımsızlık, birlik,
fetihler.
Milli ülkünün ilk dönemi bağımsızlık kazanmaktır. Bağımsız olmayanlar bunu
kazanmak, kazanmış olanlar ise onu koruyup sağlamlaştırmak düşüncesi ardında
koşarlar.
Milli ülkünün ikinci dönemi birliktir. Yani bir milletin bütün fertlerinin
tek bayrak altında, tek devlet haline gelmesidir. Bağımsızlığını kazanmış
olan her milletin ilk işi, yabancı çizmesi altında kalmış olanları kurtarma
yollarını aramaktır. Yahut bir millet birkaç ayrı devlet halinde bağımsız
bir hayat yaşıyorsa, bunların birleşmesi için siyasi ve askeri çalışmalara
girişmektedir.
Milli ülkünün üçüncü dönemi ise fetihlerdir. Bugün fetihler kültür yoluyla,
sermaye yoluyla yapılmaktadır.
Acaba, savunucu ülkü olmaz mı? Bir millet, sahip bulunduğu sınırlar içinde
yaşayıp bolluğa ve mutluluğa kavuşmak ülküsünü güdemez mi?
Hayır! Çünkü eldeki sınırları korumak ve zengin olmak düşüncesi hiçbir zaman
bir ülkü olamaz. Bunlar bir millet için en küçük ve olağan isteklerdir. Ülkü
ise küçük ve olağan bir istek değildir. Ülkü, biraz hayal ile karışık, uzak
ve güç bir hedeftir. Ülkü, o ülkü ile tutuşmuş millet fertlerini heyecan
içinde yaşatan kutlu ve tatlı bir düşüncedir. Ülküler kanla, fedakârlıkla,
kahramanlıkla beslenir. Bir millet, ülküsüne varmak için ırmaklar gibi kan
akıtır, yığınlarla can harcar. Ülkülere kanla, kılıçla, dövüşle, milli kinle
varılır. Ülkü çelik yürekler, demir bilekler, sarsılmaz iradeler, yüksek
ahlaklar ister. Ülkü bir dindir. Kahramanlar ve şehitler ister.
Kendi rahatı ve keyfi kaçmasın diye insanlık davası (!) güdenler, ülküyü
inkâr edenler her zaman, her yerde çıkabilir. Fakat bir milletin içinde
büyük bir çoğunluk milli ülküye inandıktan sonra, geriye kalanlar da ister
istemez bu milli akıntıya uymaya mecburdurlar.
Bizim için önemli olan, dost kılıklı yabancıların milli ülküyü güya milli
çıkar adına baltalamasının önüne geçmektir.
Bir topluluktan ortak ülküyü kaldırın, insanların hayvanlaştığını
görürsünüz. Ortak düşünce olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve
zevkini düşünür. Böyle bir toplulukta fedakârlık, saygı, nezaket kalmaz.
Bencillik, kabalık, rüşvet, iltimas ve namussuzluğun türlüsü alır yürür.
Maddileşmiş bir insan vatan için ölür mü? Bencil bir insan muhtaçlara yardım
eder mi? Milletine inanmayan bir adam yabancı ile işbirliği yapmaz mı?
Erdemi gülünç bulan birisi çalıp çırpmaz mı?
İnsanı hayvandan ayıran özellikler utanma, ülküye bağlanma ve iman ve fikir
uğrunda ölebilme hasletleridir. Utanan insan suç işlemekten ve ayıplanmaktan
sakınır. Ülküye bağlanan insan maddi sıkıntılara şikâyetsiz katlanır. Bir
iman ve fikir uğrunda ölen insanda kendisinden sonra geleceklerin
terbiyesinde olağanüstü rol oynar. Bunların madde ile ilgisi yoktur.
Türkiye'nin kalkınmasını düşünürken fertlerin yalnızca refahını düşünmek,
memleketi kuvvetlendirmeye yetmez. Refah içinde ve ileri bir memleket, ahlak
ve fikir bakımından da üstün değilse yıkılmaya mahkûmdur. Fertlerinde bir
fikir için ölmek hasleti bulunmayan milletler, düşman saldırısı karşısında
ölmekten kaçınacakları için, o refahtan hiçbir hayır gelmeyecektir.
Hâlbuki Türkler, yüzyıllar boyunca, büyük devlet kurmak ülküsünü taşımış bir
millet oldukları için, onları kalkındırmak aynı durumdaki başka milletleri
kalkındırmaktan daha kolaydır. Fedakârlığa dayanan kalkınma hamlesini, Türk
milleti birçok milletlerden daha hızlı yapabilecek yetenektedir. Fakat
yüzyıllar boyunca kudretli önderler tarafından idare edilmiş olan Türk
toplumu, tarihinin, her çağında olduğu gibi bugün de büyük kılavuzlar
istemektedir.
Milli şuur ve gurura malik liderlerin en büyük faydası, toplumu aşağılık
duygusuna düşmekten korumaktır. Bir millet büyük iş yapabilmek için,
kendisinin büyük millet olduğu inancını duymalıdır. ****** devrinde, Türk
milleti nüfus, servet, teknik ve kültür bakımından, bugüne göre çok geride
olmasına rağmen manevi güç bakımından kudretliydi ve onun içindir ki,
kendisinde her tehlikeyi yenebilmek inanç ve kuvveti bulunuyordu.
Hâlbuki önderler ve aydınlarda aşağılık duygusu olursa, o milletin
kalkınmasına imkân yoktur. Çünkü kalkınma hamlelerinin boşuna olacağı
kuruntusu ruhlara işlenmiş, gönüller ümitsizlikle dolmuştur.
Ruhi Kuvvet nedir?
Türk ülküsü, Türk büyüklüğü ve Türk kuvveti isteği ve inancıdır. İnancın en
büyük ruhi amil olduğunu anlamaya lüzum yok. İmanla, ümitsiz hastalar bile
iyileşiyor.
Milli üstünlük inancı, büyümek isteği, yani milli ülküdür. Milli ülküler,
toplulukların yaratıcı kuvvetidir. Bütün yaratıcı güçler gibi de,
ayrılıkları yok etmek özelliğine maliktir.
Türk yaratıcı gücü, yani Türk ülküsü, yüzyıllardan beri prensip haline
gelmiş, uğrunda çarpışılmış, birkaç kere gerçekleşmiş bir düşüncedir. Ona
hayal diyenler, hayal içinde gevşeyip tembelleşmiş olanlardır. Dedikleri
gibi hayal olsaydı hiç gerçekleşir miydi?
Bununla beraber 20 nci yüzyıl bir mucizeler zamanı olmuş, olmaz sanılanlar
mümkün kılınmıştır. Bu bakımdan da, Türk ülküsünün gerçekleşmesini ummak,
insanlar için, haktır.
Bu günkü ülküler, tamimiyle millidir. Dini inancı da içine almış olan milli
ülkü, insanları sürükleyen, güçlendiren ve asilleştiren bu duygu ve
düşüncedir.
Bugünün kaba maddeciliği arasında, Türk ülküsü sararmış, biraz küllenmiş
gibi görünüyor. Maddecilik hastalığı geçtiği zaman, o, yine parlayacaktır.
Onun için Türk ülküsüne sarılmaya mecburuz. Bütün doğu milletlerini yendiği
halde, yalnız Türklerle başa çıkamayan Batı'nın içine sinmiş düşmanlığı ve
hıncı karşısında bizim silahımız Türk ülküsüdür.
Sınır dışı yurttaşlarını düşünmek, onların bizimle birleşmesini veya hiç
olmazsa bağımsız olmasını istemekse hiçbir zaman maceracılık değildir.
Dünyanın bütün milletleri, hatta pek yeni devlet kuranları bile ilk iş
olarak sınır dışı ırkdaşlarını düşünüyorlar. Biz de, geçmişi ve bugünü ile
büyük bir millet olmak dolayısıyla, sınır dışı yurttaşlarımızı düşünmek ve
hele insan hakları beyannamesinden sonra, onların da insan haklarından
faydalanması için teşebbüslere girişmekle yükümlüyüz.
İmzamızı attığımız Birleşmiş Milletler anayasasına dayanarak, siyasi
sınırlarımız dışındaki Türklerin de bağımsız olmalarını ve yabancı
hakimiyetinden kurtulmak davalarını desteklemek hem milli borcumuz, hem de
insanlık görevimizdir. Henüz yamyamlık devresini bile atlamamış olan
toplumlara devlet kurma hakkı tanınırken, medeni ve üstün kabiliyetli millet
olan Türklerin şurada burada tutsak hayatı sürmelerini kabul edemeyiz. İyi
çalışan ve mantıklı, ilkeli, ülküsüne sadık ellerde bulunan bir Türk
Dışişlerinin bu hakkı bütün dünyaya tanıtacağından eminiz.
Milli ülkülerde, azdan çoğa doğru üç dönem vardır: Bağımsızlık, birlik,
fetihler.
Milli ülkünün ilk dönemi bağımsızlık kazanmaktır. Bağımsız olmayanlar bunu
kazanmak, kazanmış olanlar ise onu koruyup sağlamlaştırmak düşüncesi ardında
koşarlar.
Milli ülkünün ikinci dönemi birliktir. Yani bir milletin bütün fertlerinin
tek bayrak altında, tek devlet haline gelmesidir. Bağımsızlığını kazanmış
olan her milletin ilk işi, yabancı çizmesi altında kalmış olanları kurtarma
yollarını aramaktır. Yahut bir millet birkaç ayrı devlet halinde bağımsız
bir hayat yaşıyorsa, bunların birleşmesi için siyasi ve askeri çalışmalara
girişmektedir.
Milli ülkünün üçüncü dönemi ise fetihlerdir. Bugün fetihler kültür yoluyla,
sermaye yoluyla yapılmaktadır.
Acaba, savunucu ülkü olmaz mı? Bir millet, sahip bulunduğu sınırlar içinde
yaşayıp bolluğa ve mutluluğa kavuşmak ülküsünü güdemez mi?
Hayır! Çünkü eldeki sınırları korumak ve zengin olmak düşüncesi hiçbir zaman
bir ülkü olamaz. Bunlar bir millet için en küçük ve olağan isteklerdir. Ülkü
ise küçük ve olağan bir istek değildir. Ülkü, biraz hayal ile karışık, uzak
ve güç bir hedeftir. Ülkü, o ülkü ile tutuşmuş millet fertlerini heyecan
içinde yaşatan kutlu ve tatlı bir düşüncedir. Ülküler kanla, fedakârlıkla,
kahramanlıkla beslenir. Bir millet, ülküsüne varmak için ırmaklar gibi kan
akıtır, yığınlarla can harcar. Ülkülere kanla, kılıçla, dövüşle, milli kinle
varılır. Ülkü çelik yürekler, demir bilekler, sarsılmaz iradeler, yüksek
ahlaklar ister. Ülkü bir dindir. Kahramanlar ve şehitler ister.
Kendi rahatı ve keyfi kaçmasın diye insanlık davası (!) güdenler, ülküyü
inkâr edenler her zaman, her yerde çıkabilir. Fakat bir milletin içinde
büyük bir çoğunluk milli ülküye inandıktan sonra, geriye kalanlar da ister
istemez bu milli akıntıya uymaya mecburdurlar.
Bizim için önemli olan, dost kılıklı yabancıların milli ülküyü güya milli
çıkar adına baltalamasının önüne geçmektir.
Bir topluluktan ortak ülküyü kaldırın, insanların hayvanlaştığını
görürsünüz. Ortak düşünce olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve
zevkini düşünür. Böyle bir toplulukta fedakârlık, saygı, nezaket kalmaz.
Bencillik, kabalık, rüşvet, iltimas ve namussuzluğun türlüsü alır yürür.
Maddileşmiş bir insan vatan için ölür mü? Bencil bir insan muhtaçlara yardım
eder mi? Milletine inanmayan bir adam yabancı ile işbirliği yapmaz mı?
Erdemi gülünç bulan birisi çalıp çırpmaz mı?
İnsanı hayvandan ayıran özellikler utanma, ülküye bağlanma ve iman ve fikir
uğrunda ölebilme hasletleridir. Utanan insan suç işlemekten ve ayıplanmaktan
sakınır. Ülküye bağlanan insan maddi sıkıntılara şikâyetsiz katlanır. Bir
iman ve fikir uğrunda ölen insanda kendisinden sonra geleceklerin
terbiyesinde olağanüstü rol oynar. Bunların madde ile ilgisi yoktur.
Türkiye'nin kalkınmasını düşünürken fertlerin yalnızca refahını düşünmek,
memleketi kuvvetlendirmeye yetmez. Refah içinde ve ileri bir memleket, ahlak
ve fikir bakımından da üstün değilse yıkılmaya mahkûmdur. Fertlerinde bir
fikir için ölmek hasleti bulunmayan milletler, düşman saldırısı karşısında
ölmekten kaçınacakları için, o refahtan hiçbir hayır gelmeyecektir.
Hâlbuki Türkler, yüzyıllar boyunca, büyük devlet kurmak ülküsünü taşımış bir
millet oldukları için, onları kalkındırmak aynı durumdaki başka milletleri
kalkındırmaktan daha kolaydır. Fedakârlığa dayanan kalkınma hamlesini, Türk
milleti birçok milletlerden daha hızlı yapabilecek yetenektedir. Fakat
yüzyıllar boyunca kudretli önderler tarafından idare edilmiş olan Türk
toplumu, tarihinin, her çağında olduğu gibi bugün de büyük kılavuzlar
istemektedir.
Milli şuur ve gurura malik liderlerin en büyük faydası, toplumu aşağılık
duygusuna düşmekten korumaktır. Bir millet büyük iş yapabilmek için,
kendisinin büyük millet olduğu inancını duymalıdır. ****** devrinde, Türk
milleti nüfus, servet, teknik ve kültür bakımından, bugüne göre çok geride
olmasına rağmen manevi güç bakımından kudretliydi ve onun içindir ki,
kendisinde her tehlikeyi yenebilmek inanç ve kuvveti bulunuyordu.
Hâlbuki önderler ve aydınlarda aşağılık duygusu olursa, o milletin
kalkınmasına imkân yoktur. Çünkü kalkınma hamlelerinin boşuna olacağı
kuruntusu ruhlara işlenmiş, gönüller ümitsizlikle dolmuştur.