ForumAlemi - Herkesin Gözü Burada

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
ForumAlemi - Herkesin Gözü Burada

- Herkesin Gözü Burada


    Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalıdır ?

    avatar
    BUGRAOPEN
    Co-Admin

    Co-Admin


    Aktiflik :
    Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalıdır ? Left_bar_bleue100 / 100100 / 100Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalıdır ? Right_bar_bleue

    Mesaj Sayısı : 354
    Doğum tarihi : 14/12/93
    Kayıt tarihi : 18/04/09
    Yaş : 30
    Nerden : İstanbul

    Duyurum
    Kişisel İleti / Not Defteri :
    Uyarı Puanı:

    Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalıdır ? Empty Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalıdır ?

    Mesaj tarafından BUGRAOPEN Ptsi Haz. 01, 2009 3:22 pm

    XV.Yüzyılda, bizde, belirli bir tarih
    görüşü vardı: Türk tarihinin en eski çağları olarak Oğuz Han
    destanından bahsolunur, sonra pek kısa bir Selçuk tarihi anlatılarak
    Osmanlılara geçilirdi. Böylece eski tarihçiler, Osmanlıları daha mühim
    ve üstün tutmakla beraber, Türk tarihini bir bütün halinde gözden
    geçirirlerdi.

    Fakat bu tarih görüşü köklenmeden baltalandı. Hele, Hoca Sadeddin gibi
    bir müverrihin, eserine doğrudan doğruya Osmanlılarla başlamasından
    sonra, bizim için Türk tarihi sadece "Osmanlı tarihi" olarak kaldı. Ve
    daha önceki Türklerden, az veya çok, yabancı milletler gibi
    bahsedilmeye başlandı.

    XIX. Yüzyılda Müşir Süleyman Paşa ile başlayan tepki, bu yanlış görüşü
    sarsmaya başladı. Varlık ve başlangıcımızın Osmanlılardan daha ilerde
    olduğu anlaşıldı. Eski Türklerden bahseden bölümler okul kitaplarına
    kadar girmekle beraber, Türk tarihi, sıralanmış bir bütün haline
    konulmadı. Çünkü çeşitli hükümdar sülâlelerinin zamanları ayrı ayrı
    devletlermiş gibi ele alınıyor ve Türkler bir çok yerlerde bir çok
    devletler kurup bunlardan hiç birisini uzun müddet yaşatamamış bir
    millet gibi gösteriliyordu.

    Halbuki gerçek hiç de böyle değildir. Çünkü Türk tarihi aralıksız bir bütündür. Mesele, onu sistemleştirmekten ibarettir.

    ***

    Türk tarihine bakışımız nasıl olmalıdır? Bu, pek mühim bir meseledir.
    Çünkü Türk tarihi; İngiliz, Alman veya Fransız milletlerinin tarihi
    gibi ele alınamaz. Bunun sebebi, Türk tarihinin, o milletlerin tarihi
    kadar basit olmayışıdır.

    Bu gün, dünyadaki belli başlı milletlerin nasıl meydana geldiğini
    biliyoruz. Çünkü bu, tarihin gözleri önünde olmuştur. Halbuki Türk
    milleti tarih başladığı zaman teşekkül etmiş bulunuyordu.

    Bundan başka bu milletlerin tarihi, hemen hemen, hep aynı dar bir
    alanda geçtiği için, onların tarihlerini sıraya koymak kolaydır. Fakat,
    Türk tarihi için bu, mümkün müdür? Bazen Çin’de, bazen Mısır’da, bazen
    Avrupa’da gördüğümüz Türklerin tarihini bir çerçeveye sığdırmak güç bir
    iş gibi gözükür. Bundan dolayıdır ki şimdiye kadar Türkler, kırk yerde
    kırk devlet kuran bir millet sayılmış ve Türk tarihini kronolojik bir
    düzene sokmak teşebbüsü görülmemiştir.

    Eskiden, tarihin destanlarla karışık olduğu zamanlarda, Türklerin
    kafasında daha sistemli bir tarih görüşü vardı. Bu gün, bir çok
    bilinmeyen gerçekler meydana çıktığı için, artık, o eski görüş ile
    yetinmek mümkün değildir. Bunun için bir yeni tarih sistemi bulmak
    zorundayız. Milliyetçi olduğumuz ve büyük Türk birliğine inandığımız
    için de, tarihimize vereceğimiz sistem, dileklerimize uygun olmalı ve
    bu sistem, bize yalnız geçmişimizi en parlak şekilde göstermekle
    kalmamalı, aynı zamanda ilerisi için de yol çizmelidir.

    ***

    Bir çok milletler için tarih, bir vatan tarihidir. Meselâ Fransızlar
    için vatan tarihinden başka bir tarih usulü gütmek mümkün değildir.
    Bundan dolayı da Fransızlar için millet, o vatan içinde oturan ve
    birbirine karışan insanların topluluğundan doğan varlık demektir. Çünkü
    Fransızlar ne Gol, ne Lâtin, ne de Germen olduklarını iddia
    edebilirler. Bu unsurların hepsinin aynı vatanda karışmasından doğan
    bir millet oldukları için, vatan tarihini esas olarak almaya
    mecburdurlar.

    Araplar için tarih, bir millet tarihidir. Çünkü, vatanlarının sınırları
    değişik kalmakla beraber, bu millet, uzun asırlar devletini kaybetmiş,
    fakat millî varlığını saklamıştır.

    İngilizler içinse tarih, bir devlet tarihidir. Çünkü, vatan dışına
    çıkınca kültür bakımından İngiliz kalmakla beraber İngiliz’den başka
    bir isim taşıyan İngilizler esas varlıklarını ana devletlerinde
    korumuşlardır.

    Bununla beraber bu hükümler kesin sayılamaz. Fransızlar için
    vatan-devlet, İngilizler için devlet-vatan esasının varlığı da
    söylenebilir. Kesin olan şudur ki, tarihi kuruluşları başka olan
    milletler için, tarih sistemi de başka başkadır.

    Bize Gelince: Bizim şimdiye kadar sahip olduğumuz "Tarihi Görüş"ümüz
    yanlıştır. Çünkü bizim için millet-devlet esasını kabul etmek millî
    menfaatlerimiz için daha uygun olduğu halde, biz, millet tarihi şöyle
    dursun, devlet ve vatan tarihini bile bir yana bırakarak, yalnız sülâle
    ve rejim tarihini esas olarak kabul ettik. Her sülaleyi bir devlet
    sayarak, şimdiye kadar, sülâler sayısınca devlet kurduğumuzu ileri
    sürdük. Fakat düşünmedik ki o kadar devlet kurduksa, bunların hiç
    birisini da yaşatamamış olduk!

    Halbuki elimizde, her zaman bir Türk devleti vardı. Çünkü gerçekte bu
    kadar devlet kurmuş değil, bu kadar sülâle değiştirmiş bulunuyorduk.
    Tarihi hayatları uzun olan bütün milletlerde olduğu gibi bizde de bir
    takım hükümdar sülâleri gelmişti. Başka milletler onları hükümdar
    sülâleri diye saydıkları halde, biz, ayrı devletler diye kabul ettik.
    Bu çeşit hükümdar sülâlerinin zamanlarını ayrı devletler olarak kabul
    etmek elbette ki yanlıştır. İngiltere’de, Fransa’da sülâleler nasıl
    birbirlerinin ardından gelmişse ve Fransa’da Kapet, Burbon, Orlean,
    Napoléon; Almanya’da Saksonya, Frankonya, Baviyara, Habsburg;
    İngiltere’de Anju, Tudor, Stuard devletleri yoksa ve bunlar sadece
    hanedanlar ise; bunun gibi, Türkelinde de Kun, Gök Türk, Uygur, Selçuk,
    Osmanlı devletleri yok, sülâleri vardır. Bazen, iki veya daha çok
    sülâle idaresinde iki veya daha çok siyasî Türk zümresinin bulunması ve
    bunların birbirleriyle çarpışmaları bu kuralı bozamaz. Nasıl ki
    Almanya’da düne kadar aynı zamanda hakim olan bir çok sülâleler bazen
    birbirleriyle çarpıştıkları, hatta bunlardan bazıları Fransızlar ile
    birleşerek öteki Almanlara karşı yürüdükleri halde Alman devleti bir
    devlet sayılıyor idiyse, bizde de aynı şekilde bir devlet olmak
    gerekir. Eğer bütün milletler tarihlerini bizdeki gibi
    değerlendirselerdi, o zaman, meselâ İngiltere’de İki Gül savaşında iki
    devlet bulunduğunu kabul etmek lâzım gelirdi. Yine Fransa’da,
    kontlukların kuvvetlenip kıral nüfuzunun gücünü kaybettiği zamanlarda,
    birkaç devlet bulunduğunu kabul etmek gerekirdi. Hele XVIII. ve XIX.
    Yüzyıllar Almanyası, içinden çıkılmaz bir hal alır, belki de Almanya
    denilen varlığın inkâr edilmesi lüzumu baş gösterirdi.

    Bizim tarihimizin, böyle aykırı bir şekilde yazılmasında hanedancılık
    zihniyeti büyük rol oynamıştır. Hanedanın kutsal bir varlık sayılması,
    onun düşmesiyle, devletin yok olduğu düşüncesini doğurmuştur. Halbuki,
    bu gibi hallerde değişen şey, zamanımızın kabine değişmeleri ile
    kıyaslanacak kadar basittir. Meselâ Doğu Türklerinde Gök Türk
    hanedanının düşüp Dokuz Oğuz hanedanının kurulması yeni bir devlet
    doğması gibi sayılır. Halkı, sınırları, toprağı, teşkilatı, dili,
    geleneği aynı olan bu iki devre arasındaki ayrılık, yalnız, yalnız,
    başlarındaki hanedanın ayrı oluşundandır. Onun için, Gök Türkler ile
    Dokuz Oğuzlara, nasıl, ayrı iki devlet diye bakabiliriz? Düşünmeli ki,
    Dokuz Oğuz devresi Gök Türk devresinin tekamülünden başka bir şey
    değildir. Ve nihayet, eğer, bizdeki hanedan değişmeleri başka
    milletlerdeki hanedan değişmeleriyle aynı şartlar içinde olmuyorsa,
    bunun sebeplerinin milletlerin ruhî farklarında aramalıdır.

    Şu halde, hanedanları ayrı devlet saymak, hanedancılık zihniyeti ile hareket etmek değil midir?

    Bir de günümüzün tarihinden örnek alalım: Osmanlı devleti yıkılmış,
    onun yerine Türkiye Cumhuriyeti gelmiştir. Bu düşünüş de yanlıştır.
    Çünkü, bir Osmanlı devleti yoktu ki yıkılmış olsun. Sadece Osmanlı
    hanedanı vardı. Yıkılan odur. Yâni devlette rejim değişmiştir. İşte o
    kadar...

    Sonra şunu da unutmamak gerek ki, eğer biz, yıkılan sülâleleri
    devletler gibi gösterirsek, bundan, Türklerin siyasi hayatta istikrara
    sahip olamadıkları, devletlerini uzun zaman yaşatamadıkları sonucu da
    çıkar. Milletlerin ruhiyatı yüz yıllar içinde değişmediğine veya pek az
    değiştiğine göre, bu, Türkiye Cumhuriyetini de uzun müddet
    yaşatamayacağımız gibi bir düşünceye yol açabilir. Bundan kazanacak
    olan da, elbette, biz olamayız.

    Milletlerin hayatında iç savaşlar ve karışıklıklar görülür. Fakat
    bundan, hiçbir zaman o devletin ikiye ayrıldığı mân+ası çıkmaz. Eğer,
    böyle olursa, merkeziyetçi olmayan eski Türk idare şekline göre,
    milletimizin, pek dağınık bir hayat yaşadığı, birleşip devlet
    kuramadığı gibi bir mânâ da çıkabilir.

    Yine, bazı iç karışıklık ve ayrılıkların uzun sürdüğü de olur.
    Anadolu’daki beğlikler devri gibi. Bu beğliklerin hepsini birer devlet
    sayabilir miyiz? Bu, büyük bir yanlış olur. Çünkü gerçekte olan şey,
    batı Türklerinin başsız kalmalarından ibarettir. Nitekim 1806 – 1871
    arasında Almanya da başsız kalmış, fakat kimse Prusya, Baviyara,
    Saksonya, Vurtemberg vesaireyi ayrı birer devlet saymamıştır. Tarih
    yine Almanya tarihi olarak sayılmış ve okunmuştur. Halbuki biz hâlâ,
    her sülâleyi ayrı devlet sayıyor ve Türkiye tarihi deyince, pek pek,
    Osmanlı hanedanı ve cumhuriyet devrini anlıyoruz.

    O halde, bu yanlış görüşü nasıl doğrultmalıyız.

      Forum Saati Paz Kas. 10, 2024 10:11 am