Korkuyoruz
Korkuyoruz. Akıldan, fikirden, inançtan yürekten korkuyoruz. İstiyoruz
ki: Kimse düşünmesin, bilmesin, anlamasın. Hele gençler; ot gibi taş
gibi, eşya gibi olsunlar; ne dersek inansın, nereye korsak dursunlar.
Devleti, bizim nesil bu kafa ile yönetmek arzusunda. Bunun olmazlığını
görünce de "Nedir, nedendir, nasıldır?" diye düşüneceğine, suçu
başkalarına yükleyip kurtulduğunu sanıyor.
Son birkaç yılın olayları, devlet ve idare adamlarının bu tutumundan
doğmuştur. "Evliyayı umur efendiler" tarafsız olmak, sorumsuz olmak ve
rahat kalmaktan başka hiçbir şey düşünmemiştir. Amiri, memuru,
müşaviri, cümlesi akıldan, fikirden, tedbirden mahrum ve sorumluluktan
firar halinde yaşamıştır.
Suçlar işlenmiş, amma iktidar sahipleri suçlu ile mağdur arasında
tarafsız, kamu oyuna karşı da mazur görünmek çabası ile "O da kötü,
öteki de" demeyi alışkanlık edinmiştir. Bakanlar, müdürler, memurlar,
cümlesi bu yolda yürümüştür.
FKFF diye bir dernek kurulmuş, Türkiye'yi Marksist, sosyalist, feminist
bir düzene çevirmek istediğini, bağıra bağıra ilan etmiş, konferanslar,
seminerler, açık oturumlar tertiplemiş, yazmış, söylemiş, metodunu
açıklamıştır:
"Türkiye'de sefalet var!"
"Türkiye'de yolsuzluk var!"
"Türkiye'de sömürü var!" demiş.
Bu sözleri her usulle her yerde her zaman tekrarlamış. Yazarlar,
profesörler, politikacılar tarafından bu iddialar söylene söylene
herkesin kafasına yer ettirilmiş. Daha sonra:
"Bu düzen sağ düzendir!"
"Bu düzen geri düzendir!"
"Bu düzen sömürü düzenidir!" demiş.
Genç yazarları, prof'ları , politikacıları tarafından bu iddialar söylene söylene herkesin kafasında yer ettirilmiş, Arkasından:
"Bu düzen değişmelidir!"
"Bu düzen değişmelidir!"
"Bu düzen değişmelidir!"
naraları başlamış, gene aynı kişiler, bunu da söyleye söyleye herkesin kafasına çakmış...
Bu sefer ortaya bir soru atılmıştır. "Verine ne gelmeli?
Yazarlar, prof.'lar, politikacılar dillerini bilemiş ve ortaya fırlamışlar:
"Sosyal adalet gelmeli!"
"Sosyal güvenlik gelmeli!"
"Sosyalizan düzen gelmeli!"
"Bilimsel sosyalizm gelmeli!"
"Marksist, Leninist, Maocu düzen gelmeli!"
Gene o kişiler ortaya fırlayıp, yazmış, söylemiş, anlatmış. Herkesin kafasına bunu da çakmıştır.
Bu herkese bakanlar, müsteşarlar, müdürler, memurlar, politikacılar,
şairler dahildir. Bütün yetki kullanıp, sorumluluk taşıyan kişiler, hiç
olmazsa bir miktar solaklaşmıştır.
Şimdi yeni bir sual soruluyordu, aynı çevre tarafından: Kim manidir bu işlerin olmasına? Cevabı da verildi:
"Ağalar!"
"Sömürücüler!"
"Kapitalistler!"
"Gericiler!"
"Amerika ve NATO"
....... Veryansın ettiler bu mefhumlara. Bir süre de Türkiye aydını bu
şartlanmaya tabi tutuldu. Zemin hazırlanmıştı... Türk aydınının büyük
kısmı sola kaymış, toprak sahibine düşman, sermayeye karşı, Amerika'ya
hasım, NATO'dan çıkmaya taraftar, gericiliğin (!) aleyhinde bir tutumu
benimsemişti.
Böylece birinci safha tamamlandı. Aşağı yukarı 1967 senesi ortalarında Türk cemiyeti bu şartlara sokulmuş oldu.
Şimdi birinci safha açılıyordu. Solun tertipçi ve yöneticileri yeni bir
soru ortaya attılar. Bütün bu gerici unsurlarla kim savaşacak? Bunları
kim tasfiye edecek? Yeni düzeni kim kuracak? Yazarlar, prof'lar,
politikacılar kesif bir tartışma açtılar ve sonunda baştan beri
bildikleri cevabı verdiler. Tartışma hükme varmak için değil, dikkati
çekmek içindi.
Cevap ilan edildi:
"Askeri, sivil aydınlar!"
"Bürokratlar!"
"İşçiler, köylüler!"
Gaye devrim, metot cebirdi. Kim başlatacak? Üniversiteler!
Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) feshedildi; yerine Devrimci Gençlik Federasyonu (DEV-GENÇ) kuruldu ve eylemler başladı.
Boykotlar, işgaller, mitingler, yürüyüşler safha safha icra edildi.
Ortam hazırdı: Gençlik gericiliği, sömürücülüğü, ağalığı,
Amerikancılığı istemiyordu. Haklı gördüler, tabii saydılar,
takdirlerini sundular; oğulları, kızları da bu harekete dahildi.
Çocukları kötü bir şey yapmıyordu ki, kendisi de böyle düşünüyordu.
Bütün bu olaylar gericilik yüzünden çıkıyordu (!).
Nerede bu gericilik diye sordunuz n m cevap 31 Mart, Menemen vakası,
vs. vs.. Bu sayılanlar 50-60 yıllık olaylar, kan ve ateşle bastırılmış
hadiselerdi. "Dedem devrindeki işlere şimdi karşı çıkmanın anlamı var
mı?" derseniz biraz şaşırıyorlar, cevap zorluğuna düşüyorlardı.
Yazarlar, prof'lar, politikacılar onun da çaresini buldular. Faşistler,
nurcular, Süleymancılar, şeriatçılar, ümmetçiler, hülasa aşırı sağ ;
vardı. Hazırlanmış beyinler hemen bunu ezberledi:
"Aşırı sağ."
Artık iş kolaylaştı; suçlu bulundu. Her kötülük onlardan doğuyordu.
Solcuların her işlemi, her eylemi, her şiddeti sağcılar yüzünden idi.
Bu sağcılar olmasa her iş yoluna gerecekti... Ve Türkiye aydını böylece
sıkıntıdan kurtuldu. Sola açık sağa kapalı; solu hoşgören, sağı yeren
bir tavırla olayları seyre devam etti.
Bu işler böylece cereyan ederken bu hoşgörülü erkanın evladı sola
şartlanmada hızlandı ve bir gün kendilerini sol eylemin göbeğinde
buldular.
Devlet yönetiminde söz sahibi olanların durumu, biraz daha
ciddileşmişti. Sola müsamahalı olmak evlat sevgisi ile de karışarak,
solu koruma, solu savunma ve sola yardım şekline dönüştü. Vali'nin
oğlu, mebusun yeğeni, bakanın kızı solun, aşırı solun saflarında yer
tutmuştu. İktidar ve idarenin müsamaha, himaye ve müdafaasını, bu
suretle sağlamış olan sol cephe, şimdi üniversite muhtariyetini
kullanarak, cemiyeti yıldırıp, kendi iradelerini raim etmek istedi.
Onun için, üniversiteye mutlak hakim olmaları şarttı. Bütün
öğrencilerin ya kendileri gibi olması, yahut kendilerine itaat etmesi
sağlanmalı idi.
Bu maksatla tedhişe giriştiler, öğrencilere baskı başladı. Bu,
prof.'tan destek, idareden müsamaha basından himaye gördü. Kamuoyuna
arzı ise sağcıların, gericilerin işbirlikçilerin kötülüğüne karşı,
gençliğin mukavemeti diye yapıldı.
Solun bu tedhişine karşı öğrencilerin davranışı muhtelif oldu.
a) Bir kısmı sola katıldı,
b) Bir kısmı sola boyun eğdi,
c) Bir kısım da sola mukavemet etti.
Bu direnmeleri yıldırmaya giriştiler. Yurt kantininde oturan Ruhi Kılıçkıran adındaki genci bir solcu çekip vurdu.
Bu hareket, sola boyan eğmeyenlerin bir araya gelmelerine,
dayanışmalarına sebep oldu. "DEV-GENÇ"in karşısında "Ülkü Ocakları"
böylece doğdu.
Bu direnmeyi yıkmaları lazımdı; yoksa kötü örnek (!) olacaklar ve
üniversitenin mutlak hakimiyetleri altına girmesi suya düşecekti. Bu
sebeple, solun karşısına dikilen Ülkü Ocakları aleyhine kampanya
başladı.
Yazarlar, prof'lar, politikacılar işe girişti. Ülkü Ocakları gerici,
şeriatçı, ümmetçi, ırkçı, faşist, kapitalist, velhasıl aydınların
kafasına göre neler kötü ise, hepsi ile suçlandı ve bir de sıfat
takıldı. Aşın Sağ.
Veryansın ettiler aşın sağa. Fıkralar, makaleler, karikatürler hep
onların aleyhine, onları kötüleyen, onları karalayan üslûp ve
iddialarla dolu idi.
Bu kampanya, iktidar, idare ve politika adamlarını da şartlandırdı.
Hattâ, gizli ve açık emniyet mensupları bile bu şartlanmaya karşı
direnmedi, onların kafası da, ülkücüler aleyhine kurulmuş oldu.
Büyük devlet, siyaset, diplomasi adamı, demokrasinin babası ve aşığı ve
dahi kurucusu İnönü, partisini sola açtığından, rektör evladı solda
olduğundan, 31 Mart hatırasına sadakatından ötürü başı çekti ve ülkücü
gençliğe hücumu açtı. Artık mesele hal yoluna girmişti. Devrin iktidarı
da hem zayıf ve korkak, hem de idraksiz ve aciz olduğundan, basınla,
üniversite ile, İnönü ve taifesi ile ters düşmektense, o da kafileye
katıldı ve veryansın etti ülkücü gençliğe.
Ülkücü gençlerden Dursun Önkuzu, ETYÖ Okulu'nda solcular tarafından
işkence ile öldürülüp pencereden aşağıya atıldı. İktidarın İçişleri
Bakanı, katilleri arayacağı yerde, Türkocağı'nı basıp tarafsızlığını
ispata gayret etti.
Korkuyoruz. Akıldan, fikirden, inançtan yürekten korkuyoruz. İstiyoruz
ki: Kimse düşünmesin, bilmesin, anlamasın. Hele gençler; ot gibi taş
gibi, eşya gibi olsunlar; ne dersek inansın, nereye korsak dursunlar.
Devleti, bizim nesil bu kafa ile yönetmek arzusunda. Bunun olmazlığını
görünce de "Nedir, nedendir, nasıldır?" diye düşüneceğine, suçu
başkalarına yükleyip kurtulduğunu sanıyor.
Son birkaç yılın olayları, devlet ve idare adamlarının bu tutumundan
doğmuştur. "Evliyayı umur efendiler" tarafsız olmak, sorumsuz olmak ve
rahat kalmaktan başka hiçbir şey düşünmemiştir. Amiri, memuru,
müşaviri, cümlesi akıldan, fikirden, tedbirden mahrum ve sorumluluktan
firar halinde yaşamıştır.
Suçlar işlenmiş, amma iktidar sahipleri suçlu ile mağdur arasında
tarafsız, kamu oyuna karşı da mazur görünmek çabası ile "O da kötü,
öteki de" demeyi alışkanlık edinmiştir. Bakanlar, müdürler, memurlar,
cümlesi bu yolda yürümüştür.
FKFF diye bir dernek kurulmuş, Türkiye'yi Marksist, sosyalist, feminist
bir düzene çevirmek istediğini, bağıra bağıra ilan etmiş, konferanslar,
seminerler, açık oturumlar tertiplemiş, yazmış, söylemiş, metodunu
açıklamıştır:
"Türkiye'de sefalet var!"
"Türkiye'de yolsuzluk var!"
"Türkiye'de sömürü var!" demiş.
Bu sözleri her usulle her yerde her zaman tekrarlamış. Yazarlar,
profesörler, politikacılar tarafından bu iddialar söylene söylene
herkesin kafasına yer ettirilmiş. Daha sonra:
"Bu düzen sağ düzendir!"
"Bu düzen geri düzendir!"
"Bu düzen sömürü düzenidir!" demiş.
Genç yazarları, prof'ları , politikacıları tarafından bu iddialar söylene söylene herkesin kafasında yer ettirilmiş, Arkasından:
"Bu düzen değişmelidir!"
"Bu düzen değişmelidir!"
"Bu düzen değişmelidir!"
naraları başlamış, gene aynı kişiler, bunu da söyleye söyleye herkesin kafasına çakmış...
Bu sefer ortaya bir soru atılmıştır. "Verine ne gelmeli?
Yazarlar, prof.'lar, politikacılar dillerini bilemiş ve ortaya fırlamışlar:
"Sosyal adalet gelmeli!"
"Sosyal güvenlik gelmeli!"
"Sosyalizan düzen gelmeli!"
"Bilimsel sosyalizm gelmeli!"
"Marksist, Leninist, Maocu düzen gelmeli!"
Gene o kişiler ortaya fırlayıp, yazmış, söylemiş, anlatmış. Herkesin kafasına bunu da çakmıştır.
Bu herkese bakanlar, müsteşarlar, müdürler, memurlar, politikacılar,
şairler dahildir. Bütün yetki kullanıp, sorumluluk taşıyan kişiler, hiç
olmazsa bir miktar solaklaşmıştır.
Şimdi yeni bir sual soruluyordu, aynı çevre tarafından: Kim manidir bu işlerin olmasına? Cevabı da verildi:
"Ağalar!"
"Sömürücüler!"
"Kapitalistler!"
"Gericiler!"
"Amerika ve NATO"
....... Veryansın ettiler bu mefhumlara. Bir süre de Türkiye aydını bu
şartlanmaya tabi tutuldu. Zemin hazırlanmıştı... Türk aydınının büyük
kısmı sola kaymış, toprak sahibine düşman, sermayeye karşı, Amerika'ya
hasım, NATO'dan çıkmaya taraftar, gericiliğin (!) aleyhinde bir tutumu
benimsemişti.
Böylece birinci safha tamamlandı. Aşağı yukarı 1967 senesi ortalarında Türk cemiyeti bu şartlara sokulmuş oldu.
Şimdi birinci safha açılıyordu. Solun tertipçi ve yöneticileri yeni bir
soru ortaya attılar. Bütün bu gerici unsurlarla kim savaşacak? Bunları
kim tasfiye edecek? Yeni düzeni kim kuracak? Yazarlar, prof'lar,
politikacılar kesif bir tartışma açtılar ve sonunda baştan beri
bildikleri cevabı verdiler. Tartışma hükme varmak için değil, dikkati
çekmek içindi.
Cevap ilan edildi:
"Askeri, sivil aydınlar!"
"Bürokratlar!"
"İşçiler, köylüler!"
Gaye devrim, metot cebirdi. Kim başlatacak? Üniversiteler!
Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) feshedildi; yerine Devrimci Gençlik Federasyonu (DEV-GENÇ) kuruldu ve eylemler başladı.
Boykotlar, işgaller, mitingler, yürüyüşler safha safha icra edildi.
Ortam hazırdı: Gençlik gericiliği, sömürücülüğü, ağalığı,
Amerikancılığı istemiyordu. Haklı gördüler, tabii saydılar,
takdirlerini sundular; oğulları, kızları da bu harekete dahildi.
Çocukları kötü bir şey yapmıyordu ki, kendisi de böyle düşünüyordu.
Bütün bu olaylar gericilik yüzünden çıkıyordu (!).
Nerede bu gericilik diye sordunuz n m cevap 31 Mart, Menemen vakası,
vs. vs.. Bu sayılanlar 50-60 yıllık olaylar, kan ve ateşle bastırılmış
hadiselerdi. "Dedem devrindeki işlere şimdi karşı çıkmanın anlamı var
mı?" derseniz biraz şaşırıyorlar, cevap zorluğuna düşüyorlardı.
Yazarlar, prof'lar, politikacılar onun da çaresini buldular. Faşistler,
nurcular, Süleymancılar, şeriatçılar, ümmetçiler, hülasa aşırı sağ ;
vardı. Hazırlanmış beyinler hemen bunu ezberledi:
"Aşırı sağ."
Artık iş kolaylaştı; suçlu bulundu. Her kötülük onlardan doğuyordu.
Solcuların her işlemi, her eylemi, her şiddeti sağcılar yüzünden idi.
Bu sağcılar olmasa her iş yoluna gerecekti... Ve Türkiye aydını böylece
sıkıntıdan kurtuldu. Sola açık sağa kapalı; solu hoşgören, sağı yeren
bir tavırla olayları seyre devam etti.
Bu işler böylece cereyan ederken bu hoşgörülü erkanın evladı sola
şartlanmada hızlandı ve bir gün kendilerini sol eylemin göbeğinde
buldular.
Devlet yönetiminde söz sahibi olanların durumu, biraz daha
ciddileşmişti. Sola müsamahalı olmak evlat sevgisi ile de karışarak,
solu koruma, solu savunma ve sola yardım şekline dönüştü. Vali'nin
oğlu, mebusun yeğeni, bakanın kızı solun, aşırı solun saflarında yer
tutmuştu. İktidar ve idarenin müsamaha, himaye ve müdafaasını, bu
suretle sağlamış olan sol cephe, şimdi üniversite muhtariyetini
kullanarak, cemiyeti yıldırıp, kendi iradelerini raim etmek istedi.
Onun için, üniversiteye mutlak hakim olmaları şarttı. Bütün
öğrencilerin ya kendileri gibi olması, yahut kendilerine itaat etmesi
sağlanmalı idi.
Bu maksatla tedhişe giriştiler, öğrencilere baskı başladı. Bu,
prof.'tan destek, idareden müsamaha basından himaye gördü. Kamuoyuna
arzı ise sağcıların, gericilerin işbirlikçilerin kötülüğüne karşı,
gençliğin mukavemeti diye yapıldı.
Solun bu tedhişine karşı öğrencilerin davranışı muhtelif oldu.
a) Bir kısmı sola katıldı,
b) Bir kısmı sola boyun eğdi,
c) Bir kısım da sola mukavemet etti.
Bu direnmeleri yıldırmaya giriştiler. Yurt kantininde oturan Ruhi Kılıçkıran adındaki genci bir solcu çekip vurdu.
Bu hareket, sola boyan eğmeyenlerin bir araya gelmelerine,
dayanışmalarına sebep oldu. "DEV-GENÇ"in karşısında "Ülkü Ocakları"
böylece doğdu.
Bu direnmeyi yıkmaları lazımdı; yoksa kötü örnek (!) olacaklar ve
üniversitenin mutlak hakimiyetleri altına girmesi suya düşecekti. Bu
sebeple, solun karşısına dikilen Ülkü Ocakları aleyhine kampanya
başladı.
Yazarlar, prof'lar, politikacılar işe girişti. Ülkü Ocakları gerici,
şeriatçı, ümmetçi, ırkçı, faşist, kapitalist, velhasıl aydınların
kafasına göre neler kötü ise, hepsi ile suçlandı ve bir de sıfat
takıldı. Aşın Sağ.
Veryansın ettiler aşın sağa. Fıkralar, makaleler, karikatürler hep
onların aleyhine, onları kötüleyen, onları karalayan üslûp ve
iddialarla dolu idi.
Bu kampanya, iktidar, idare ve politika adamlarını da şartlandırdı.
Hattâ, gizli ve açık emniyet mensupları bile bu şartlanmaya karşı
direnmedi, onların kafası da, ülkücüler aleyhine kurulmuş oldu.
Büyük devlet, siyaset, diplomasi adamı, demokrasinin babası ve aşığı ve
dahi kurucusu İnönü, partisini sola açtığından, rektör evladı solda
olduğundan, 31 Mart hatırasına sadakatından ötürü başı çekti ve ülkücü
gençliğe hücumu açtı. Artık mesele hal yoluna girmişti. Devrin iktidarı
da hem zayıf ve korkak, hem de idraksiz ve aciz olduğundan, basınla,
üniversite ile, İnönü ve taifesi ile ters düşmektense, o da kafileye
katıldı ve veryansın etti ülkücü gençliğe.
Ülkücü gençlerden Dursun Önkuzu, ETYÖ Okulu'nda solcular tarafından
işkence ile öldürülüp pencereden aşağıya atıldı. İktidarın İçişleri
Bakanı, katilleri arayacağı yerde, Türkocağı'nı basıp tarafsızlığını
ispata gayret etti.