Ziya Gökalp'in kendi kaleminden kendisinin ve Diyarbakır'ın TÜRKLÜĞÜ
Milliyetin tâyini, keyfe tâbi' bir mes'ele değil, ilmen halli lâzım
gelen bir mes'eledir. Ben gençliğimde tahsil için, ilk defa İstanbul'a
gittiğim zaman, bu ilmî tahkikata (soruşturmaya) başlamak
mecburiyetinde kaldım: Çünkü orada eskiden kalmış fena bir itiyada
tebean, bütün Karadeniz Arnavut dedikleri gibi, benim gibi vilâyet-i
şarkiye ahalisinden bulunanlara da Kürt milliyetini izafe ettiklerini
gördüm. O zamana kadar, kendimi hissen Türk sanıyordum. Fakat bu
zannım, ilmî bir tahkike [araştırmaya] müstenit değildi [dayanmış
değildi]. Hakikati bulabilmek için, bir taraftan Türklüğü, diğer
cihetten Kürtlüğü tetkike başladım. Evvel emirde lisandan başladım.
Diyarbekir şehrinde, ana lisan Türkçe olmakla beraber, her fert biraz
Kürtçe de bilir. Lisandaki bu ikilik, iki suretten biriyle
açıklanabilirdi: Ya Diyarbekir'in Türkçesi bir Kürt Türkçesiydi yahut
Diyarbekir'in Kürtçesi bir Türk Kürtçesiydi. Lisanî tetkiklerim
gösterdi ki, Diyarbekir'in Türkçesi, Bağdat'tan ta Adana'ya, Bakû'ya,
Tebriz'e kadar imtidat eden (uzanan) tabii bir lisandan, yani
Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türklerine mahsus bulunan Azerî lehçesinden
ibarettir: Bu lisanda hiçbir sunî'lik yoktur. Binaenaleyh, Kürtlerin
tahrif ettiği (bozduğu) bir Türkçe değildir. (Diyarbekir lisanının
Azerî Türkçesi olması, şehirlerin Osmanlı Hükümetinin tesiriyle Türkçe
konuştuğu iddiasını da esasından çürütür. Çünkü öyle olsaydı, bu
şehirlerde konuşulan lisanın, Osmanlı lehçesi olması lâzım gelirdi).
Diyarbekirlilerin mahdut kelimelerden ibaret olarak söyledikleri
Kürtçeye gelince, bu lisanın köylerde konuşulan fasih Kürtçeden farklı
olduğunu gördüm. Kürtçe, Farisînin akrabası olduğu hâlde, nahiv
[sentaks] itibariyle hiç ona benzemez. Çünkü Farisîde bulunmadığı
halde, Kürtçede, hem tezkîr [erkeklik] ve te'nis[dişilik] hem de
Arapçada ve Lâtincede olduğu gibi, i'rab [kelime sonunda harf
değişmesi] vardır. Demek ki, Kürtçe, Türk lisanına nispetle daha
mürekkep, daha karışıktır. Türkler, kendi lisanlarında tezkîr te'nis,
ı'rab gibi ahvale müsadif olmadıklarından, Kürtçenin bu gibi
hususiyetlerine nüfuz edememeleri iktiza ederdi. Filhakika, vâkıalar
bu suretle cereyan etmiş, Diyarbekirliler Kürtçenin tezkir, te'nis,
ı'rab kaidelerini tamamıyla hazır edip, Kürt nahvini Türk sarfına
[dilbilgisine] uydurarak, sunî bir Kürtçe icat etmişler. Bu Kürtçeye
"Türk Kürtçesi" namını vermek gayet doğru olur. Lisaniyat (Lengüistik)
nokta-i nazarından gayet mühim olan bu vakıa, Diyarbekirlilerin Türk
olduğuna en büyük bir delildir. Bundan başka, Diyarbekirliler bu
lisanı yalnız Kürtlerle konuştukları zaman kullanırlar. Kendi
aralarında yalnız Türkçe konuşurlar. Diyarbekirlilerin gûya bildikleri
bu düzme Kürtçenin kelimelerine gelince, bunlar da gayet mahduttur. Bu
sebeple, boşlukları Türkçe kelimelerle doldururlar. Zaten, Birçoğunun
bildiği Kürtçe kelimeler "gel, git" gibi birkaç tabire münhasırdır.
Diyarbekirlilerin Türk olduğunu ispat eden delillerden birini de
mezhep sahasında buldum. Diyarbekir'in hakikî ahalisi bütün Türkler
gibi Hanefi'dirler. Kürtler ise, umumiyetle Şâfiîdirler. Bu iki alâmet-
i mümeyyize, yalnız Diyarbekir halkına mahsus değildir. Şark ve Cenup
vilâyetlerimizdeki bütün şehirlerin ahalisi Kürtçeyi Diyarbekirliler
gibi tahrif ederek söylerler ve Hanefî olmak alametiyle Şâfiî
Kürtlerden ayrılırlar. Bunlardan başka, elbise, yemek, bina ve mobilya
gibi harsa veâdetlere taalluk eden hususlarda da, arada derin farklar
vardır. Bu alâmetler, bana Diyarbekirlilerin Türk olduğunu gösterdiği
gibi, babamın iki dedesinin birkaç batın evvel Çermik'ten, yani bir
Türk muhitinden geldiklerine nazaran, ırkan da Türk neslinden olduğunu
anladım.
Milliyetin tâyini, keyfe tâbi' bir mes'ele değil, ilmen halli lâzım
gelen bir mes'eledir. Ben gençliğimde tahsil için, ilk defa İstanbul'a
gittiğim zaman, bu ilmî tahkikata (soruşturmaya) başlamak
mecburiyetinde kaldım: Çünkü orada eskiden kalmış fena bir itiyada
tebean, bütün Karadeniz Arnavut dedikleri gibi, benim gibi vilâyet-i
şarkiye ahalisinden bulunanlara da Kürt milliyetini izafe ettiklerini
gördüm. O zamana kadar, kendimi hissen Türk sanıyordum. Fakat bu
zannım, ilmî bir tahkike [araştırmaya] müstenit değildi [dayanmış
değildi]. Hakikati bulabilmek için, bir taraftan Türklüğü, diğer
cihetten Kürtlüğü tetkike başladım. Evvel emirde lisandan başladım.
Diyarbekir şehrinde, ana lisan Türkçe olmakla beraber, her fert biraz
Kürtçe de bilir. Lisandaki bu ikilik, iki suretten biriyle
açıklanabilirdi: Ya Diyarbekir'in Türkçesi bir Kürt Türkçesiydi yahut
Diyarbekir'in Kürtçesi bir Türk Kürtçesiydi. Lisanî tetkiklerim
gösterdi ki, Diyarbekir'in Türkçesi, Bağdat'tan ta Adana'ya, Bakû'ya,
Tebriz'e kadar imtidat eden (uzanan) tabii bir lisandan, yani
Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türklerine mahsus bulunan Azerî lehçesinden
ibarettir: Bu lisanda hiçbir sunî'lik yoktur. Binaenaleyh, Kürtlerin
tahrif ettiği (bozduğu) bir Türkçe değildir. (Diyarbekir lisanının
Azerî Türkçesi olması, şehirlerin Osmanlı Hükümetinin tesiriyle Türkçe
konuştuğu iddiasını da esasından çürütür. Çünkü öyle olsaydı, bu
şehirlerde konuşulan lisanın, Osmanlı lehçesi olması lâzım gelirdi).
Diyarbekirlilerin mahdut kelimelerden ibaret olarak söyledikleri
Kürtçeye gelince, bu lisanın köylerde konuşulan fasih Kürtçeden farklı
olduğunu gördüm. Kürtçe, Farisînin akrabası olduğu hâlde, nahiv
[sentaks] itibariyle hiç ona benzemez. Çünkü Farisîde bulunmadığı
halde, Kürtçede, hem tezkîr [erkeklik] ve te'nis[dişilik] hem de
Arapçada ve Lâtincede olduğu gibi, i'rab [kelime sonunda harf
değişmesi] vardır. Demek ki, Kürtçe, Türk lisanına nispetle daha
mürekkep, daha karışıktır. Türkler, kendi lisanlarında tezkîr te'nis,
ı'rab gibi ahvale müsadif olmadıklarından, Kürtçenin bu gibi
hususiyetlerine nüfuz edememeleri iktiza ederdi. Filhakika, vâkıalar
bu suretle cereyan etmiş, Diyarbekirliler Kürtçenin tezkir, te'nis,
ı'rab kaidelerini tamamıyla hazır edip, Kürt nahvini Türk sarfına
[dilbilgisine] uydurarak, sunî bir Kürtçe icat etmişler. Bu Kürtçeye
"Türk Kürtçesi" namını vermek gayet doğru olur. Lisaniyat (Lengüistik)
nokta-i nazarından gayet mühim olan bu vakıa, Diyarbekirlilerin Türk
olduğuna en büyük bir delildir. Bundan başka, Diyarbekirliler bu
lisanı yalnız Kürtlerle konuştukları zaman kullanırlar. Kendi
aralarında yalnız Türkçe konuşurlar. Diyarbekirlilerin gûya bildikleri
bu düzme Kürtçenin kelimelerine gelince, bunlar da gayet mahduttur. Bu
sebeple, boşlukları Türkçe kelimelerle doldururlar. Zaten, Birçoğunun
bildiği Kürtçe kelimeler "gel, git" gibi birkaç tabire münhasırdır.
Diyarbekirlilerin Türk olduğunu ispat eden delillerden birini de
mezhep sahasında buldum. Diyarbekir'in hakikî ahalisi bütün Türkler
gibi Hanefi'dirler. Kürtler ise, umumiyetle Şâfiîdirler. Bu iki alâmet-
i mümeyyize, yalnız Diyarbekir halkına mahsus değildir. Şark ve Cenup
vilâyetlerimizdeki bütün şehirlerin ahalisi Kürtçeyi Diyarbekirliler
gibi tahrif ederek söylerler ve Hanefî olmak alametiyle Şâfiî
Kürtlerden ayrılırlar. Bunlardan başka, elbise, yemek, bina ve mobilya
gibi harsa veâdetlere taalluk eden hususlarda da, arada derin farklar
vardır. Bu alâmetler, bana Diyarbekirlilerin Türk olduğunu gösterdiği
gibi, babamın iki dedesinin birkaç batın evvel Çermik'ten, yani bir
Türk muhitinden geldiklerine nazaran, ırkan da Türk neslinden olduğunu
anladım.