Bölüm 3
Yaratılış kumaşının hassas bir yapısı vardı. Patos'un ve Cypher kimliğindeki yeni Patos'un getirdiği degisikliklerle, Carnac değişim sinyalleri vermeye basladı. İlk basta, çok önemli olmayan değişimlerdi bunlar. Ciceklerin kokusu yok olmaya, mevsimler tahmin edilemez bir hal almaya, ve o arada bir kahverengi su akmaya basladı. Insanların farkettiği bu şeylere yorumuysa su oldu: "Hiç bir acıklamaya gerek yok, bazen bir şeyler oluverir."
Bütün bunlar Cypher'in yaptıkları değildi, kendisine göre o yeni buldugu bu oznelerle çok meşguldu. Yıllar sonra, insanoğlu alti büyük kralliga bolundu: savaşcılığıyla ünlü Cole ait Hellsgarem, limanları ve gemileri celikten Buegrant, beyaz şehir Arrdeam, hasadi muhteşemligiyle ünlü olan Planisad, ticaretin merkezi Brisbia, ve en son olarakta bütün bunlardan en uzaktaki El Morad..
Iste bu zamanlarda, ilginç yaratıklar Carnac'ın her tarafında görünmeye basladılar. Önceleri, onların kurtlar, ayılar veya diger vahşi hayvanlardan olabilecekleri sanildi.
Ama onlar farklıydı.
Her gecen yıl farklılıkları daha da büyüdü. Taştan varlıkler, sihir, ve herşeyden kotusu daha önce arkadas olanlar şimdi anime edilmis, yasami kendilerinin anladıği bir ortama dönüştürmeye yani olumu getirmeye calisan cesetler olarak yeniden dünyaya gelmisti.
Uzun zaman gecmeden, bu cehennemden gelen yaratıkların sayısı öyle çok arttı ki, yüksek duvarların ve savunmacılarınin korudugu insan şehirleri bile onların gücüne boyun eğdi. İlk olarak Planisad düştü ve haliyle yiyecek kaynakları azaldı. Daha sonra Brisbia ve Arrdeam düştü. Güçlü barbar krallık Hellsgarem bile ayakta duramadı. Düşmesine izin vermeyip kendi şehirlerini kendileri yaktılar. Bazı hayatta kalanlar Buegrants'in gemileriyle kendi şehirlerini terk edip, deniz yoluyla El Morad'a kactilar.
El Morad'in yoneticısı Kral Manes sığınmacıları ön yargı yapmadan aldı. Hali olanlara da orduda yer verildi. Yeni savaşcılar yetistirildi, saldırı baslamadan, malzemeler getirildi, silahlar yapıldı ve zırhlar parlatıldı. El Morad'in vatandasları şehirlerinin dusurulmesine izin vermemeye kararlıydi ve daha önce başka şehirlerden kacıp gelenler bu şehirdekilere tamamen sagdiktilar. Zaten El Morad dusurulurse gidecek başka yerleride yoktu. Bazı olaylarla birlikte, önemsiz El Morad insanoğlunun en son tutundugu güçlü yer olarak kaldı. Eger düşerse insanoğlunun var olusu duracaktı.
Kazanılan ilk güvenden sonra, saldırılar zaman, sıra, ve düzen gözetmeksizin yapılmaya devam etti. Yedi uzun yıl savaştılar ve yedi uzun yıl Kral Manes cektikleri eziyete karşı sagir kulak ve kor göze dönen tanrılara dua etti. Tarihin onların çektiği eziyeti biraz daha ileriye götürmesine rağmen, kahramanlarımız ilk iki yıl sonrasinda, saldırılara alistilar ve kendilerini gelistirdiler. Basariya gidiyorlardı. Duvarlarınin güvenliginin dışına çıkmaya bile cesaret ettiler. Metal için şehirin arkasındaki dağlara tünel kazdılar. Silahlı birlikleri ormana göndererek tahtalar topladılar. Yiyecek bulmak karşılaştıkları ilk sorun olarak öne çıktıysa da, nüfusu dağ içlerine ve yer altına kaydırarak yeterli ölçüde ekip biçilecek arazi elde ettiler..
Üçüncü yıl, yetenekli ve tecrübeli savaşcılar bu canavarları avlamaya basladılar. Küçük sayılar halinde seyahat eden bu birlikler (partiler) zayıf yaratıkları ve diğerlerinden çok ayrı kalmış canavarları bulup öldürdüler. Bu savaşcılar geriye macera ve ihtişamin hikayelerini getirdiler. Daha sonra bu birlikler (partiler) kendilerini organize ederek Pianna Şovalyeler'ine(Pianna Knights) dönüştüler. El Morad'dan ayrı yaşadılar ve hayatlarını işlerine adadılar. Hatta iclerinden bazıları sihir ve iyileştirme sanatlarını öğrendiler. Insanlar olumlu olunca unutulmus olan sanatlardı bunlar.
Yedinci yılın son gecesi, siradışı birşey oldu. El Morad üstüne kırmızı yağmurlar yağmaya basladı. Yeşil bir sis bulutu yakınlaştı. Yıllar sonra ilk defa bir alarm verildi, herkes kapılara koştu ve bir çok kişi korkuyordu.
Kral Manes onu kimin dinlediğinden habersiz dua etti. Bu kez ona cevap veren Cypher olmuştu.
Kral Manes "Çok uzun süredir dua ettiğim sendin. Neden şimdi cevap veriyorsun?" diye sordu. Tanrılar su ana kadar hiç cevap vermemişlerdi ve birçok kişi varlıklarından şüphe duymaya başlamıştı.
"Gerek yoktu" diye bir cevap geldi.
"Hergün bir insanım ölüyor, bundan daha büyük bir gerekçe mi var?"
"Gerek yoktu"
Kurtuluşu görmek için kararlı olan kral, "senin herşeye gücün var, herşey düzene girecek, bizler senin hizmetkarlarınız" dedi.
"Hizmetkarlar doğan sonuclardan muaf değildir. Bugün kendimi size gösteriyorum, son yakındır. Bu yoketmeyi ben istemedim, benim gücüm bunu başlattı ve bunu itiraf etmek beni mutlu ediyor."
Kral kızarak "Sen bir tanrı olabilirsin Cypher, fakat kimsenin moralimizi bozmasına izin vermeyecegiz!" dedi. Kral ayaga kalktı ve kılıçını cekerek sesin geldiği yone doğru yükseltti. "Eger bize yardım etmeyeceksen, sonumuza beraber gideriz!" dedi
Fakat Cypher o sırada zaten gitmisti.
Bolum II: Pianna Şovalyelerinin Hikayesi
Bir meclis üyesi terini silerek "Yapabilecek birşeyler olması lazım" dedi. Bu arada başka biride esnememek için kendini zor tutuyordu. Cypher göründüğünden beri bir gün olmak üzeriydi ve bütün lord ve liderler bu konuyu bir gece öncesinden beridir tartışıyorlardı.
Planisadian Lord'larından biri ayaga kalktı ve yaklaşan yeşil sisten kurtulma niyetini yineledi. Keşifcilerden hiç kimse geri dönmedi ve o ilk olarak bunun bir kurtuluş sesi olduğuna inandi, fakat sonra tekrardan durumu degerlendirdi. Herkesin buna inanması günler sürerdi ve zaman zaten kısalmaya başlamıştı
Fazlaca cesaretli Erenion "Hayır, burda kalıp savaşıp, Cypher'i öldürürüz ve tekrardan eski iyi halimize döneriz" dedi. Elini yayına kaydirdi ve az daha kadehini doldurmakta olan yorgun hizmetkarı yere indiriyordu. "Yeterince kaçtık!"
Mecliste gürültü vardı, bu ilk defa birinin önerdiği birşey değildi ve tek çözüm olduğunu herkesin bilmesine rağmen, bir tanrıyla savaşmaya isteksizdiler. Biri "deli misiniz? Cypher bir tanrıdır!" diye bağırdı.
"Burda kalacağız fakat savaşmayacağız."
Oda sessizlige büründü. Kalıp savaşmamak nasıl olurdu? O zaman ne yapılması gerekirdi? Sadece ölmek mi? Bazıları kralın bazı şeyleri hissedebildiğini düşündüç Birçok kişinin majestelerinin tanrı Cypher'la konustuguna inanmak için ikna edilmeleri gerekiyordu..
"Pianna Şovalyelerini gönderin."
~
Pianna Şovalyeleri, bütün nüfusun tezahüratları arasında kale kapılarına doğru girdiler. Efsanevi kahramanlar burdaydı iste, onların hepsini kurtarabilecek olanlar. Yeni yapılmış zırhları ve parlatılmış kılıçlarını kuşanmış olarak hikaye kıtabı kahramanları gibi gözüktüler. Onları gören hiç kimse yenilebileceklerini düşünemezdi.
Iki yüz kadar güçlü asker Cypher'i aramaya koyuldular. Efsane onun yüzyıllar önce camdan bir abide yaptığını ve onun yanında yasadığını, ilk takipçilerinin onun hizmetkarlıgını yaptığını söylüyordu..
Sadece çocuklara anlatılan hikayeler rehberliginde, Pianna Şovalyeleri el değmemiş arazilere girdiler ve şu anda harabeye dönmüş olan en capraşık insan yerleşiminden daha öteye gittiler. Ormanda hangi yaratıkla karşılaştılarsa öldürdüler fakat onlar sayıca çok az ve birbirlerinden uzaktı. Sanki birbirlerinden uzağa serpiştirilmiş gibiydiler.
Bir gece yorgunluktan bitkin düştüler ve her biri uyuya kaldı.
Insanların olduğu vadinin yanındaki yerlerin hayalini kurdular. Ve ilk olarak, yarı bilinçli halleri onları memnun etti çünkü varış noktasına geldiklerini düşünüyorlardı. Fakat rüyaları yakınlaştıkca, insanların yüzündeki ümitsizligi gördüler, bir parça bile mutluluktan yoksun, ruhen ne kadar yorgun olduklarına baktilar. Burasi baris dolu bir yer olduğu için anlayamadılar, Çok karisik olmayan gok kusagi cenneti yükseldiğinde bir isik abidenin camina carpti. Ne olduğunu kavradılar, Cypher'in magarası buradaydı ve insanlar onun taparcasına sevenleri değil sadece köleleriydi. Onların bilinçi abideye doğru dondu. Bu abide sanki isik yokmus gibi onu emen kara bir tastan bir yapiydi. Daha yakına sürüklendiler, ancak yapiya yaklastiklarında, onlara bir elden çok testere gibi görünen şey görüşlerini engelledi.
Rüya sona erdi fakat sabaha kadar kimildamadılar..
Pianna Şovalyeleri gördüklerini sorun etmediler ve kararlılikları hiç azalmadı. Fakat onların bilgisi artık limitsizdi. Sanki biliyormuşcasına batıya doğru gidiyorlardı. Akıllarında ve kalplerinde çoktan beri unutulmus duayı tekrar ediyorlardı
Biz senin çocuklarınız,
Çoktan beri unutulsakta,
Çoktan beri unutulsakta,
Bizi terk etme.
Batıya doğru rüzgar gibi atlarını sürdüler. Günlerce atlarının üstünde; ne onlar ne de atlar aclik ya da yorgunluk hissetti. Günlerce yol katettikten sonra birşey gördüler. Bir abide, tıpkı bir elmas gibi çok uzaklardan parildiyordu. Rüyalarında bunu görmus olsalar bile, gene de bu muhteşemlige önceden hazir değillerdi. Atlarından bir tanesının kişnemesiyle ilk şaskınlığı üzerlerinden atıp tekrar yollarına devam ettiler.
Ertesi gunun sabahında, gecısı olmayan bir engelin yollarına ciktiğini farkettiler ve abideye ulasmalarına çok az kalmıştı. Ileride hiç birşey görünmüyordu ve atlar bu görünmeyen cizginin ötesine geçmek istemediler. Bazı şovalyeler atları ilerlemeleri için zorlamalarına rağmen bu çabalarında başarısız oldular. Yaklaştıkca, o bölgeye geçiş tutkuları sanki kaybolmus gibiydi.
">Öğleye kadar kimse ilerleyememişti fakat arazide bir değişim başlıyordu. Onları saran orman ve çimen sanki gördükleri bir hayalmiş gibi yok oluverdi. Yer çok cabuk bir şekilde kupkuru oldu ve çatlamaya başladı. Bir anda üstünde oldukları yer yarıldı ve hepsi içine düştü. Bu düşmeyle birlikte bir çok kişi yaralandı ve bazıları da oldu. Hayatta kalan şovalyeler kendilerini bir anda daha önce carpıştıkları bütün canavarların arasında buldular. Hatta şovalyeler hiç görmedikleri bazı canavarlarla bile karşı karşıya kalmıştı.
Cypher ayakta dururken neredeyse yukarıdaki sarkıtlara değicekmis gibi duruyordu. Onu hiç tanımasalar bile aradıkları varlıkla karşı karşıya olduklarınin bilincine varmışlardı.
Bir işaretle Pianna Şovalyeleri kendilerini her yönden kuşatılmış buldular. Kalkanlardan bir çember oluşturacak şekilde hizalandılar ve yaralıları ve iyileştiricileri (healers) korumak için ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Şovalyeler savaşta çok yetenekliydi. Sadece bir kardeşleri kayıp verirken düşman on kayıp veriyordu. Fakat savaş onları iyice yorduktan sonra, sayıları ciddi bir şekilde azalmıştı. Zaten düşman saldırıları da duracağa benzemiyordu..
">Şovalyelerin sayısı elliden daha da azaldığında, canavarlar kuşatmayı durdurdu. Geri çekildiler ve Cypher ileri geldi. İlk defa onu bu kadar yakından görünce şovalyeler Cyper'in kim olduğunun farkına vardılar. Devasa şeklinin yanında, sadece yaşlı birinden biraz daha iyi gözüküyordu. Bekledikleri o hiddetli tanrı karşılarında değildi.
Alay edermişcesine, "Pianna Şovalyeleri hoşgeldiniz. Yoruldunuz galiba" dedi.
Şovalyeler cevap vermediler. Onun yerine kılıcı çekili olanlar bir hedef seçip kılıçlarını bu hedefe sapladılar. Sihir sanatını kullanabilenler güçlerini açığa çıkartıp ates ve yıldırımla önlerine kim çıkarsa saldırdı. Saldırı çok acımasızdı ve Cypher, bir kaç yüz canavarın ölümünü sadece izleyebilmekle yetiniyordu. Şovalyeler verdikleri kayıplara rağmen artık herşey tamamen bitmemişti. Önlerine çıkabilecek tek bir yaratık kalmamıştı. Hala yaşayan canavarlar feci bir şekilde kan kaybediyorlardı. Şovalyeler Cypher'ı cevreledi. Bir tanrıyı sırf fiziksel güçleri ve bildikleri yetersiz buyulerle yenmek imkansızdı. Cypher bunu bildiğinden dolayı korkmuyordu. Daha önceden olen ya da yaralanan şovalyeler hareket etmeye başlamıştı. Tekrardan ayaga kalkabileceklerdi fakat kimseyi eskisi gibi kardeş ya da arkadas olarak görmeyeceklerdi
İlk zombiler sertleşmis parmaklarını düşmüş olan kılıçlarına yaklastırırken, ateşten kelimeler yaşayan şovalyelerin aklını yakıyordu. Sebebini bilmeden, daha önce tekrarladıkları duayı söylemeye basladılar.
Biz senin çocuklarınız,
Çoktan beri unutulsakta,
Çoktan beri unutulsakta,
Bizi terk etme.
Olup tekrar aya kalkanların sayısı artıyor ve silahlarıni kuşanıyorlardı. Pianna Şovalyeleri hayatlarında hiç bir zaman böylesine korkuyu ve umudu aynı anda hissetmediler. Ve devam ettiler.
Biz senin çocuklarınız,
Çoktan beri unutulsakta,
Çoktan beri unutulsakta,
Bizi terk etme.
Bu kelimelerin sesi magarada daha da siddetlenerek yankilaniyor, eski duvarlarda tekrar duyuluyor ve sarkıtları sallandırıyordu. Bu dualar devam etti.
Seninle tekrardan birlikteyiz,
Bizi duyabilirsin,
Yalvarisimizi dinle.
Cypher onların acınası duasını önemsemedi ve üzerlerine güçlerini tekrar atesledi. Magaranın tavanı kahramanların başına çökmeye başlamış ve bir çok kişi düşen granitler yüzünden hayatını kaybetmişti. Şovalyeler tereddüte düşmüşlerdi.
Bu son,
Geri dönmek istiyoruz,
Evinde bizi memnuniyetle karşıla.
Cennetlerden gelen bir isik yıldırım gibi çarptı. Yaratıcı Logos, geçmişten gelecege, nesilden nesile aktarilan kurtuluş dualarıyla güçlenmiş muhteşem okundan yayılan enerji sayesinde bir şimsek yaratti. Bu şimsek bulutları ve magaranın tavanını delerek geçti ve korkmus olan Cypher'ı omuzundan vurdu. Logos’u kutsamayan herkesi kör edebilecek bir ışıldamayla, Cypher yok edilmişti. O ise sadece intikam için son çığlığıyla duvarları titretebildi..
"Bana acı çektiren herkes benim siyah kanımla lanetlenecektir."
O anda Cypher’in haykırışını bastıran çok net ve sevgi ile dolu başka bir ses daha duyuldu;
"Evinize hoşgeldiniz."
Yaratılış kumaşının hassas bir yapısı vardı. Patos'un ve Cypher kimliğindeki yeni Patos'un getirdiği degisikliklerle, Carnac değişim sinyalleri vermeye basladı. İlk basta, çok önemli olmayan değişimlerdi bunlar. Ciceklerin kokusu yok olmaya, mevsimler tahmin edilemez bir hal almaya, ve o arada bir kahverengi su akmaya basladı. Insanların farkettiği bu şeylere yorumuysa su oldu: "Hiç bir acıklamaya gerek yok, bazen bir şeyler oluverir."
Bütün bunlar Cypher'in yaptıkları değildi, kendisine göre o yeni buldugu bu oznelerle çok meşguldu. Yıllar sonra, insanoğlu alti büyük kralliga bolundu: savaşcılığıyla ünlü Cole ait Hellsgarem, limanları ve gemileri celikten Buegrant, beyaz şehir Arrdeam, hasadi muhteşemligiyle ünlü olan Planisad, ticaretin merkezi Brisbia, ve en son olarakta bütün bunlardan en uzaktaki El Morad..
Iste bu zamanlarda, ilginç yaratıklar Carnac'ın her tarafında görünmeye basladılar. Önceleri, onların kurtlar, ayılar veya diger vahşi hayvanlardan olabilecekleri sanildi.
Ama onlar farklıydı.
Her gecen yıl farklılıkları daha da büyüdü. Taştan varlıkler, sihir, ve herşeyden kotusu daha önce arkadas olanlar şimdi anime edilmis, yasami kendilerinin anladıği bir ortama dönüştürmeye yani olumu getirmeye calisan cesetler olarak yeniden dünyaya gelmisti.
Uzun zaman gecmeden, bu cehennemden gelen yaratıkların sayısı öyle çok arttı ki, yüksek duvarların ve savunmacılarınin korudugu insan şehirleri bile onların gücüne boyun eğdi. İlk olarak Planisad düştü ve haliyle yiyecek kaynakları azaldı. Daha sonra Brisbia ve Arrdeam düştü. Güçlü barbar krallık Hellsgarem bile ayakta duramadı. Düşmesine izin vermeyip kendi şehirlerini kendileri yaktılar. Bazı hayatta kalanlar Buegrants'in gemileriyle kendi şehirlerini terk edip, deniz yoluyla El Morad'a kactilar.
El Morad'in yoneticısı Kral Manes sığınmacıları ön yargı yapmadan aldı. Hali olanlara da orduda yer verildi. Yeni savaşcılar yetistirildi, saldırı baslamadan, malzemeler getirildi, silahlar yapıldı ve zırhlar parlatıldı. El Morad'in vatandasları şehirlerinin dusurulmesine izin vermemeye kararlıydi ve daha önce başka şehirlerden kacıp gelenler bu şehirdekilere tamamen sagdiktilar. Zaten El Morad dusurulurse gidecek başka yerleride yoktu. Bazı olaylarla birlikte, önemsiz El Morad insanoğlunun en son tutundugu güçlü yer olarak kaldı. Eger düşerse insanoğlunun var olusu duracaktı.
Kazanılan ilk güvenden sonra, saldırılar zaman, sıra, ve düzen gözetmeksizin yapılmaya devam etti. Yedi uzun yıl savaştılar ve yedi uzun yıl Kral Manes cektikleri eziyete karşı sagir kulak ve kor göze dönen tanrılara dua etti. Tarihin onların çektiği eziyeti biraz daha ileriye götürmesine rağmen, kahramanlarımız ilk iki yıl sonrasinda, saldırılara alistilar ve kendilerini gelistirdiler. Basariya gidiyorlardı. Duvarlarınin güvenliginin dışına çıkmaya bile cesaret ettiler. Metal için şehirin arkasındaki dağlara tünel kazdılar. Silahlı birlikleri ormana göndererek tahtalar topladılar. Yiyecek bulmak karşılaştıkları ilk sorun olarak öne çıktıysa da, nüfusu dağ içlerine ve yer altına kaydırarak yeterli ölçüde ekip biçilecek arazi elde ettiler..
Üçüncü yıl, yetenekli ve tecrübeli savaşcılar bu canavarları avlamaya basladılar. Küçük sayılar halinde seyahat eden bu birlikler (partiler) zayıf yaratıkları ve diğerlerinden çok ayrı kalmış canavarları bulup öldürdüler. Bu savaşcılar geriye macera ve ihtişamin hikayelerini getirdiler. Daha sonra bu birlikler (partiler) kendilerini organize ederek Pianna Şovalyeler'ine(Pianna Knights) dönüştüler. El Morad'dan ayrı yaşadılar ve hayatlarını işlerine adadılar. Hatta iclerinden bazıları sihir ve iyileştirme sanatlarını öğrendiler. Insanlar olumlu olunca unutulmus olan sanatlardı bunlar.
Yedinci yılın son gecesi, siradışı birşey oldu. El Morad üstüne kırmızı yağmurlar yağmaya basladı. Yeşil bir sis bulutu yakınlaştı. Yıllar sonra ilk defa bir alarm verildi, herkes kapılara koştu ve bir çok kişi korkuyordu.
Kral Manes onu kimin dinlediğinden habersiz dua etti. Bu kez ona cevap veren Cypher olmuştu.
Kral Manes "Çok uzun süredir dua ettiğim sendin. Neden şimdi cevap veriyorsun?" diye sordu. Tanrılar su ana kadar hiç cevap vermemişlerdi ve birçok kişi varlıklarından şüphe duymaya başlamıştı.
"Gerek yoktu" diye bir cevap geldi.
"Hergün bir insanım ölüyor, bundan daha büyük bir gerekçe mi var?"
"Gerek yoktu"
Kurtuluşu görmek için kararlı olan kral, "senin herşeye gücün var, herşey düzene girecek, bizler senin hizmetkarlarınız" dedi.
"Hizmetkarlar doğan sonuclardan muaf değildir. Bugün kendimi size gösteriyorum, son yakındır. Bu yoketmeyi ben istemedim, benim gücüm bunu başlattı ve bunu itiraf etmek beni mutlu ediyor."
Kral kızarak "Sen bir tanrı olabilirsin Cypher, fakat kimsenin moralimizi bozmasına izin vermeyecegiz!" dedi. Kral ayaga kalktı ve kılıçını cekerek sesin geldiği yone doğru yükseltti. "Eger bize yardım etmeyeceksen, sonumuza beraber gideriz!" dedi
Fakat Cypher o sırada zaten gitmisti.
Bolum II: Pianna Şovalyelerinin Hikayesi
Bir meclis üyesi terini silerek "Yapabilecek birşeyler olması lazım" dedi. Bu arada başka biride esnememek için kendini zor tutuyordu. Cypher göründüğünden beri bir gün olmak üzeriydi ve bütün lord ve liderler bu konuyu bir gece öncesinden beridir tartışıyorlardı.
Planisadian Lord'larından biri ayaga kalktı ve yaklaşan yeşil sisten kurtulma niyetini yineledi. Keşifcilerden hiç kimse geri dönmedi ve o ilk olarak bunun bir kurtuluş sesi olduğuna inandi, fakat sonra tekrardan durumu degerlendirdi. Herkesin buna inanması günler sürerdi ve zaman zaten kısalmaya başlamıştı
Fazlaca cesaretli Erenion "Hayır, burda kalıp savaşıp, Cypher'i öldürürüz ve tekrardan eski iyi halimize döneriz" dedi. Elini yayına kaydirdi ve az daha kadehini doldurmakta olan yorgun hizmetkarı yere indiriyordu. "Yeterince kaçtık!"
Mecliste gürültü vardı, bu ilk defa birinin önerdiği birşey değildi ve tek çözüm olduğunu herkesin bilmesine rağmen, bir tanrıyla savaşmaya isteksizdiler. Biri "deli misiniz? Cypher bir tanrıdır!" diye bağırdı.
"Burda kalacağız fakat savaşmayacağız."
Oda sessizlige büründü. Kalıp savaşmamak nasıl olurdu? O zaman ne yapılması gerekirdi? Sadece ölmek mi? Bazıları kralın bazı şeyleri hissedebildiğini düşündüç Birçok kişinin majestelerinin tanrı Cypher'la konustuguna inanmak için ikna edilmeleri gerekiyordu..
"Pianna Şovalyelerini gönderin."
~
Pianna Şovalyeleri, bütün nüfusun tezahüratları arasında kale kapılarına doğru girdiler. Efsanevi kahramanlar burdaydı iste, onların hepsini kurtarabilecek olanlar. Yeni yapılmış zırhları ve parlatılmış kılıçlarını kuşanmış olarak hikaye kıtabı kahramanları gibi gözüktüler. Onları gören hiç kimse yenilebileceklerini düşünemezdi.
Iki yüz kadar güçlü asker Cypher'i aramaya koyuldular. Efsane onun yüzyıllar önce camdan bir abide yaptığını ve onun yanında yasadığını, ilk takipçilerinin onun hizmetkarlıgını yaptığını söylüyordu..
Sadece çocuklara anlatılan hikayeler rehberliginde, Pianna Şovalyeleri el değmemiş arazilere girdiler ve şu anda harabeye dönmüş olan en capraşık insan yerleşiminden daha öteye gittiler. Ormanda hangi yaratıkla karşılaştılarsa öldürdüler fakat onlar sayıca çok az ve birbirlerinden uzaktı. Sanki birbirlerinden uzağa serpiştirilmiş gibiydiler.
Bir gece yorgunluktan bitkin düştüler ve her biri uyuya kaldı.
Insanların olduğu vadinin yanındaki yerlerin hayalini kurdular. Ve ilk olarak, yarı bilinçli halleri onları memnun etti çünkü varış noktasına geldiklerini düşünüyorlardı. Fakat rüyaları yakınlaştıkca, insanların yüzündeki ümitsizligi gördüler, bir parça bile mutluluktan yoksun, ruhen ne kadar yorgun olduklarına baktilar. Burasi baris dolu bir yer olduğu için anlayamadılar, Çok karisik olmayan gok kusagi cenneti yükseldiğinde bir isik abidenin camina carpti. Ne olduğunu kavradılar, Cypher'in magarası buradaydı ve insanlar onun taparcasına sevenleri değil sadece köleleriydi. Onların bilinçi abideye doğru dondu. Bu abide sanki isik yokmus gibi onu emen kara bir tastan bir yapiydi. Daha yakına sürüklendiler, ancak yapiya yaklastiklarında, onlara bir elden çok testere gibi görünen şey görüşlerini engelledi.
Rüya sona erdi fakat sabaha kadar kimildamadılar..
Pianna Şovalyeleri gördüklerini sorun etmediler ve kararlılikları hiç azalmadı. Fakat onların bilgisi artık limitsizdi. Sanki biliyormuşcasına batıya doğru gidiyorlardı. Akıllarında ve kalplerinde çoktan beri unutulmus duayı tekrar ediyorlardı
Biz senin çocuklarınız,
Çoktan beri unutulsakta,
Çoktan beri unutulsakta,
Bizi terk etme.
Batıya doğru rüzgar gibi atlarını sürdüler. Günlerce atlarının üstünde; ne onlar ne de atlar aclik ya da yorgunluk hissetti. Günlerce yol katettikten sonra birşey gördüler. Bir abide, tıpkı bir elmas gibi çok uzaklardan parildiyordu. Rüyalarında bunu görmus olsalar bile, gene de bu muhteşemlige önceden hazir değillerdi. Atlarından bir tanesının kişnemesiyle ilk şaskınlığı üzerlerinden atıp tekrar yollarına devam ettiler.
Ertesi gunun sabahında, gecısı olmayan bir engelin yollarına ciktiğini farkettiler ve abideye ulasmalarına çok az kalmıştı. Ileride hiç birşey görünmüyordu ve atlar bu görünmeyen cizginin ötesine geçmek istemediler. Bazı şovalyeler atları ilerlemeleri için zorlamalarına rağmen bu çabalarında başarısız oldular. Yaklaştıkca, o bölgeye geçiş tutkuları sanki kaybolmus gibiydi.
">Öğleye kadar kimse ilerleyememişti fakat arazide bir değişim başlıyordu. Onları saran orman ve çimen sanki gördükleri bir hayalmiş gibi yok oluverdi. Yer çok cabuk bir şekilde kupkuru oldu ve çatlamaya başladı. Bir anda üstünde oldukları yer yarıldı ve hepsi içine düştü. Bu düşmeyle birlikte bir çok kişi yaralandı ve bazıları da oldu. Hayatta kalan şovalyeler kendilerini bir anda daha önce carpıştıkları bütün canavarların arasında buldular. Hatta şovalyeler hiç görmedikleri bazı canavarlarla bile karşı karşıya kalmıştı.
Cypher ayakta dururken neredeyse yukarıdaki sarkıtlara değicekmis gibi duruyordu. Onu hiç tanımasalar bile aradıkları varlıkla karşı karşıya olduklarınin bilincine varmışlardı.
Bir işaretle Pianna Şovalyeleri kendilerini her yönden kuşatılmış buldular. Kalkanlardan bir çember oluşturacak şekilde hizalandılar ve yaralıları ve iyileştiricileri (healers) korumak için ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Şovalyeler savaşta çok yetenekliydi. Sadece bir kardeşleri kayıp verirken düşman on kayıp veriyordu. Fakat savaş onları iyice yorduktan sonra, sayıları ciddi bir şekilde azalmıştı. Zaten düşman saldırıları da duracağa benzemiyordu..
">Şovalyelerin sayısı elliden daha da azaldığında, canavarlar kuşatmayı durdurdu. Geri çekildiler ve Cypher ileri geldi. İlk defa onu bu kadar yakından görünce şovalyeler Cyper'in kim olduğunun farkına vardılar. Devasa şeklinin yanında, sadece yaşlı birinden biraz daha iyi gözüküyordu. Bekledikleri o hiddetli tanrı karşılarında değildi.
Alay edermişcesine, "Pianna Şovalyeleri hoşgeldiniz. Yoruldunuz galiba" dedi.
Şovalyeler cevap vermediler. Onun yerine kılıcı çekili olanlar bir hedef seçip kılıçlarını bu hedefe sapladılar. Sihir sanatını kullanabilenler güçlerini açığa çıkartıp ates ve yıldırımla önlerine kim çıkarsa saldırdı. Saldırı çok acımasızdı ve Cypher, bir kaç yüz canavarın ölümünü sadece izleyebilmekle yetiniyordu. Şovalyeler verdikleri kayıplara rağmen artık herşey tamamen bitmemişti. Önlerine çıkabilecek tek bir yaratık kalmamıştı. Hala yaşayan canavarlar feci bir şekilde kan kaybediyorlardı. Şovalyeler Cypher'ı cevreledi. Bir tanrıyı sırf fiziksel güçleri ve bildikleri yetersiz buyulerle yenmek imkansızdı. Cypher bunu bildiğinden dolayı korkmuyordu. Daha önceden olen ya da yaralanan şovalyeler hareket etmeye başlamıştı. Tekrardan ayaga kalkabileceklerdi fakat kimseyi eskisi gibi kardeş ya da arkadas olarak görmeyeceklerdi
İlk zombiler sertleşmis parmaklarını düşmüş olan kılıçlarına yaklastırırken, ateşten kelimeler yaşayan şovalyelerin aklını yakıyordu. Sebebini bilmeden, daha önce tekrarladıkları duayı söylemeye basladılar.
Biz senin çocuklarınız,
Çoktan beri unutulsakta,
Çoktan beri unutulsakta,
Bizi terk etme.
Olup tekrar aya kalkanların sayısı artıyor ve silahlarıni kuşanıyorlardı. Pianna Şovalyeleri hayatlarında hiç bir zaman böylesine korkuyu ve umudu aynı anda hissetmediler. Ve devam ettiler.
Biz senin çocuklarınız,
Çoktan beri unutulsakta,
Çoktan beri unutulsakta,
Bizi terk etme.
Bu kelimelerin sesi magarada daha da siddetlenerek yankilaniyor, eski duvarlarda tekrar duyuluyor ve sarkıtları sallandırıyordu. Bu dualar devam etti.
Seninle tekrardan birlikteyiz,
Bizi duyabilirsin,
Yalvarisimizi dinle.
Cypher onların acınası duasını önemsemedi ve üzerlerine güçlerini tekrar atesledi. Magaranın tavanı kahramanların başına çökmeye başlamış ve bir çok kişi düşen granitler yüzünden hayatını kaybetmişti. Şovalyeler tereddüte düşmüşlerdi.
Bu son,
Geri dönmek istiyoruz,
Evinde bizi memnuniyetle karşıla.
Cennetlerden gelen bir isik yıldırım gibi çarptı. Yaratıcı Logos, geçmişten gelecege, nesilden nesile aktarilan kurtuluş dualarıyla güçlenmiş muhteşem okundan yayılan enerji sayesinde bir şimsek yaratti. Bu şimsek bulutları ve magaranın tavanını delerek geçti ve korkmus olan Cypher'ı omuzundan vurdu. Logos’u kutsamayan herkesi kör edebilecek bir ışıldamayla, Cypher yok edilmişti. O ise sadece intikam için son çığlığıyla duvarları titretebildi..
"Bana acı çektiren herkes benim siyah kanımla lanetlenecektir."
O anda Cypher’in haykırışını bastıran çok net ve sevgi ile dolu başka bir ses daha duyuldu;
"Evinize hoşgeldiniz."