ForumAlemi - Herkesin Gözü Burada

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
ForumAlemi - Herkesin Gözü Burada

- Herkesin Gözü Burada


    ******'ün Anlatımı İle Türk'lük Bilinci

    avatar
    BUGRAOPEN
    Co-Admin

    Co-Admin


    Aktiflik :
    Atatürk'ün Anlatımı İle Türk'lük Bilinci Left_bar_bleue100 / 100100 / 100Atatürk'ün Anlatımı İle Türk'lük Bilinci Right_bar_bleue

    Mesaj Sayısı : 354
    Doğum tarihi : 14/12/93
    Kayıt tarihi : 18/04/09
    Yaş : 30
    Nerden : İstanbul

    Duyurum
    Kişisel İleti / Not Defteri :
    Uyarı Puanı:

    Atatürk'ün Anlatımı İle Türk'lük Bilinci Empty ******'ün Anlatımı İle Türk'lük Bilinci

    Mesaj tarafından BUGRAOPEN Ptsi Haz. 01, 2009 3:10 pm

    14 Eylül 1931 günü Dolmabahçe Sarayı balkonunda bir sohbet sırasında anlatmıştır :
    Bizim kuşağın gençlik yıllarına Osmanlılık telkin ve etkileri hâkimdi. İmparatorluk halkını meydana
    getiren Türk'ten başka uluslara, bu arada yanlış bir din anlayışıyla
    Arap'lara, sarayın, ordu ve devlet ileri gelenleri arasında bulunan
    ırkdaşlarının etkisiyle özel bir değer veriliyor, onlardan söz
    edilirken "kavm-i necib" deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun
    belirtilmesine çalışılıyor, memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan
    biz Türk'ler, ikinci plânda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu.
    Şair Mehmet Emin Yurdakul'un, ilk defa Manastır Askerî İdadisi'nde
    öğrenci iken okuduğum "Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur" mısraıyla
    başlayan şiirinde, bana ulusal benliğimin gururunu tattıran ilk
    anlatımı bulmuştum. Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım ilk
    günlerde, bir Anadolu çocuğunun gözyaşlarında gördüm ve kuvvetle
    duydum. Ondan sonra Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin
    övünç dayanağım oldu. Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği
    başka ulusları öven ve Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusuna
    kaptırmadım.
    Bakınız nasıl oldu? Kurmaylık stajı için verildiğim, süvari alayı,
    Hayfa'da bulunuyordu. Kışla ile deniz arasında geniş bir talim alanı
    vardı ve piyade acemi eğitim dönemi yeni başlamıştı. Erleri bölgeden
    toplanmış Arap gençlerinden, öğretici kadro da deneyimli ve Anadolulu
    kıta çavuşları olan Türk delikanlılarından kurulu idi. Katıldığım
    bölüğün alaydan yetişmiş, Makedonya Türklerinden, ileri yaşlı bir
    yüzbaşısı vardı.
    Erlere çavuşlar talim yaptırıyor, biz subaylar arada dolaşarak
    çalışmaları izliyor ve denetliyorduk. Yüzbaşı, çavuşlarına karşı sert
    davranıyor, yeni erlere karşı ise fazla sevgi ve ilgi gösterir
    görünüyordu. Onların herhangi bir şekilde azarlanmasına, hırpalanmasına
    gönlü razı olmadığını ısrarla söylüyordu. Halbuki talimlerde, Türkçe
    bilmedikleri için, çavuşların söylediklerini iyi anlayamayan kimi
    erlerin yanlış hareketlerinin, zaman zaman çavuşların sabırlarını
    tükettiği, sertçe davranışlarına yol açtığı da oluyordu. Bir gün
    yüzbaşı, bu yolda hareketten kendini alıkoyamayan bir çavuşunu mimlemiş
    ve talimden dönüldükten sonra, birlikte oturduğumuz bölük komutanlığı
    odasına çağırtmıştı.
    Takım komutanıyla birlikte gelerek yüzbaşısını saygıyla ve askerce
    selâmlayan çavuş, yirmi beş yaşlarında dinç ve yakışıklı, ince bıyıklı,
    elmacık kemikleri fazla kabarık, uyanık bir Türk çocuğu idi.
    Yüzbaşı, onu ulusal onurunu ağır şekilde hançerleyen "…Türk!"
    sözleriyle azarlamaya başlamıştı.

    "Sen nasıl olur da kavm-i necib-i Arab'a bağlı, Peygamberimiz
    Efendimiz'in mübarek soyundan olan bu çocuklara sert davranır, ağır söz
    söyler, onların kalbini kırarsın. Kendini bil, sen onların ayağına su
    bile dökmeye lâyık değilsin…"

    gibi gittikçe anlamsızlaşan, fakat yaşlı yüzbaşının samimî inancından
    kuvvet alan sözlerle hakaret ediyor, gittikçe asabileşiyordu.
    Ben dikkatle çavuşun yüz ifadesini izliyordum.
    Başlangıçta üstünde bir babaya duyulan saygının içtenliği okunan
    çizgiler sertleşmeye, içten gelen haklı bir isyanın ateşleri gözlerinde
    okunmaya başlamıştı. Fakat, gerçekten emre uymanın simgesi olan her
    Türk askeri gibi bu da iç duygularını gemlemesini bildi.
    Sessizce göz pınarlarından dökülmeye başlayan yaş damlaları,
    yanaklarında birbirini kovalayarak bıyıkları üstünde toplanıyor ve
    kendini böylece yatıştırmaya çalışıyordu.
    Ben, bir taraftan üzgün ve sinirli, bu sahneyi seyreder ve söylenenleri
    dinlerken, bir yandan da içimde bir isyan duygusu şahlanıyor ve şöyle
    düşünüyordum:

    "O erin bağlı olduğu ulus, bir çok bakımdan soyu temiz olabilirdi.
    Fakat çavuşun, yüzbaşının ve benim bağlı olduğumuz ulusun da tarihleri
    şerefle dolduran büyük ve soylu bir ulus olduğu da bir an şüphe
    götürmez bir gerçekti. Türklük hakkındaki o günkü görüş ise, doğrudan
    doğruya Türk aydınlarının kendi kendini bilmemesinden ve başka
    uluslarda şu veya bu sebeple üstünlük varsayarak, kendini onlardan
    aşağı görüp nefsine olan güveni yitirmesindendir. Artık bu yanlış
    görüşe son vermek, Türklüğümüzü bütün soyluluğu ile tanımak ve tanıtmak
    gerekmektedir"
    dedim ve o andan beri inandığım bu gerçeğe bütün Türklerin inanmasını, bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim.

      Forum Saati Perş. Eyl. 19, 2024 3:44 am