ForumAlemi - Herkesin Gözü Burada

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
ForumAlemi - Herkesin Gözü Burada

- Herkesin Gözü Burada


    Yıldız Tilbe

    avatar
    BUGRAOPEN
    Co-Admin

    Co-Admin


    Aktiflik :
    Yıldız Tilbe Left_bar_bleue100 / 100100 / 100Yıldız Tilbe Right_bar_bleue

    Mesaj Sayısı : 354
    Doğum tarihi : 14/12/93
    Kayıt tarihi : 18/04/09
    Yaş : 30
    Nerden : İstanbul

    Duyurum
    Kişisel İleti / Not Defteri :
    Uyarı Puanı:

    Yıldız Tilbe Empty Yıldız Tilbe

    Mesaj tarafından BUGRAOPEN Ptsi Mayıs 04, 2009 7:46 pm

    Yıldız Tilbe - Yıldız Tilbe Kimdir, Hayatı, Biyografisi
    yıldız tilbe

    Hiçbir zaman uslanmayan kız olarak hayatla inatlaşmasını hep sürdürdü.
    Bulaşık yıkarken nasıl şarkı söylüyorsa, sahnelerde de öyle şarkı
    söylemek istedi. Böyle yaptığı için de sürünün kara koyunu olarak
    kaldı. Ama gelgitlerine rağmen yedi yılda beş albüm çıkardı, sadık
    dinleyici onu herşeye rağmen terketmedi. Neydi bu kızdaki şeytan tüyü?
    Evinin yakınındaki taksi şoförü bile onun için ‘‘çatlaktır ama içinde
    hiç kötülük yoktur’’ diyor.

    Yıldız Tilbe'yi anlamak için belki de her seferinde hayatını hatırlamak
    lazım. Onun için bir kaybeden denilebilir mi? O şöyle diyor: ‘‘Kaybeden
    de benim, kazanan da benim. Bir kayıp varsa benden giden, bunu kazanan
    da yine benim. Kayıplarım benim kazançlarım. Kaybettiklerim de bende
    hálá. Ne kaybettiysem, kendi içimde kaybettim. O yüzden kaybım yok.’’
    Sizce de kaybı yok mu?

    1966 yılının 16 Temmuz'unda İzmir'de Tilbe ailesinin altıncı çocuğu
    olarak dünyaya geldi Yıldız. Aile içinde ona Yadigar diyorlardı ama o,
    bu ismini hiçbir zaman sevmedi. Babası Tekel fabrikasında çuval indirip
    kaldıran mevsimlik işçiydi. Annesi de küçük bir bakkal dükkanı
    işletiyordu. Ailesi hayatlarının sonuna dek İzmir'de yaşamıştı.

    Yıldız, fazla sesi soluğu çıkmayan bir çocuktu. Yakantoplarda canı hep
    çok yandı. Çünkü yenilenler vargücüyle fırlatıyorlardı topu. Sonraları
    hayatında kazık yedikçe, ‘‘Artık oynamak istemiyorum. İnsanlar
    yenilince bozuluyor. Hayatımın içinde oyun oynamak istemiyorum, kendim
    için yaşamak istiyorum’’ diyecekti.

    Dikkatini toplayamadığı için ders çalışmaz, varsa yoksa şarkı söylerdi.
    Bulaşık, çamaşır yıkarken, tuvalette bile her yerden onun sesi
    yükselirdi. Okul hayatına noktayı koyduğunda orta ikinci sınıfa
    gidiyordu. Çalışmak zorundaydı. Dikiş atölyelerinde iplik temizledi,
    pazarlamacılık, tezgahtarlık yaptı, çocuk baktı. Çocuk baktığı evde
    karanlık bir odada kalıyordu. Yüklük, bavullar, ayakkabılar her türlü
    ıvır zıvırın olduğu bir odaydı bu. Gece olup da herkes uyuduğunda,
    alçak sesle şarkı söylerdi. Nota bilmeyen, eğitimsiz bir şarkıcı
    olduğunda herkes ona nasıl şarkı yazdığını ve bestelediğini sorduğunda
    cevabı hep aynıydı: ‘‘Nasıl yaptığımı bilmiyorum, bilsem anlatırım.
    İçime öyle doğuyor.’’

    18 yaşına iki hafta kala, 15 gün önce tanıştığı ve ne iş yaptığını bile
    bilmediği bir gence kaçtı. Daha doğrusu kendini kaçırttı.
    Evlendiklerinden bir ay sonra eşi askere gitti. Asker dönüşünde
    ailelerine Sezen adında bir kız çocuğu da katılmıştı. Yıldız hamileyken
    Sen Ağlama şarkısını dinlerken, eğer kızı olursa çocukluğundan beri
    taptığı Sezen Aksu'nun ismini kızına vermeyi kararlaştırmıştı.
    Evlilikleri altı yıl sürdü.

    1990 yılıydı, bir arkadaşıyla Pırlanta Pavyon'un önünden geçerken,
    ‘‘belki burada şarkı söyleyebilirim’’ diye geçirdi içinden. Birlikte
    içeri daldılar. Çalışanlardan birinin provası vardı ve sazlar da
    oradaydı. Yıldız, pavyonun sahibini sordu ve buldu. ‘‘Benim sesim
    güzel, şarkı söylemek, para kazanmak istiyorum’’ dediğinde, patron onu
    baştan aşağı süzdü ve ‘‘geç söyle bir şarkı bakalım’’ dedi. Yıldız,
    sazlarla birlikte şarkısını söyleyip bitirdiğinde, patron ‘‘bir tane
    daha söyle’’ dedi. Yıldız işe alınmıştı. Hemen terziye, oradan da
    kuaföre götürüldü. Ertesi gün sahne onundu. Altı şarkı söyledi. Ama
    altı şarkıyı da mikrofonun önünde kazık gibi durarak söyledi.
    Titrediğini görmesinler diye, ayaklı mikrofonu kendine siper etmişti.

    1991'de Sezen Aksu, Uğur Yücel'le birlikte İzmir'de şov yapıyordu.
    Yıldız, o sıralar bir gecede altı kulüpte şarkı söylüyordu. O gece
    Sezen Aksu, Yıldız'ın sahne aldığı yere gidecekti. Gidecekti ama Yıldız
    orada sahneye çıkmış ve çoktan inmişti bile. Başka yerde şarkısını
    bitirip, tekrar Aksu'nun geleceği yere gitti. Aksu tuvalete gittiğinde,
    Yıldız da arkasından: ‘‘Ben sizi çok seviyorum, kızımın adı da Sezen’’
    deyip sohbete başladı. Aksu, Yıldız'ın ne iş yaptığını öğrenince, çık
    bir şarkı söyle dedi. Sahneye çıktığında, Sezen Aksu'nun ‘‘ne kavgam
    bitti, ne sevdam’’ şarkısını söyledi. Arkasından bir daha, arkasından
    bir tane daha. Aksu oradan ayrılırken Yıldız'a telefonunu vermiş ve
    aramasını istemişti.

    Sezen Aksu'nun ‘‘İstanbul'a gel’’ telefonundan sonra, Yıldız eşyalarını
    toplamış ve artık İstanbullu olmuştu. Aksu'nun evinde kalıyor ve
    Aksu'nun Uğur Yücel'le yaptığı şov süresince de vokalistliğini
    yapıyordu. Aksu'nun evinde Uzay Heparı isminde genç bir müzisyenle
    tanışmıştı. Aralarında doğan yakınlaşmadan bir süre sonra Yıldız Tilbe,
    Aksu'nun evinden taşındı. Zaten daha ne kadar onunla kalabilirdi ki?
    Aksu'nun şovu bittiği için vokalistliği de bitmişti. Artık tek
    başınaydı. İstanbul'da farklı gece kulüplerinde üç yıl boyunca çalıştı.
    Albüm çıkarmak istiyordu ama kimseden ne şarkı sözü, ne de beste
    alabiliyordu. ‘‘Madem alamıyorum, ben yapayım belki olur’’ dedi ve
    oldu. Boş kuyuya attığı taştan ses gelmişti. Sözü de bestesi de kendine
    ait olan Delikanlım şarkısı 1994'te ortalığı kasıp kavurdu. Kara kız,
    beste ve söz yazarı terminatörü gibi çalışıyordu. Tarkan'a verdiği Kış
    Güneşi şarkısı da çok tutmuştu. ‘‘O şarkı Tarkan'a çok yakıştı. İyi ki
    ona kısmet oldu’’ diyordu.

    Tilbe'nin istediği şöhret gelmiş ama gelmesiyle diyetini de almaya
    başlamıştı. Bir yerlerde hata yapıyor ama hatasının ne olduğunun
    farkına bile varmıyordu. Aşkları da hüsranla bitiyordu. Aşk eşittir
    acı, acı eşittir erkek ve erkek de eşittir kazık yemek demek oluyordu
    onun hayatında. Herkesle kavga ediyor, geceleri sızıp kalıyor, hep
    hadise çıkarıyordu. Yeryüzünde değildi de, başka bir yerdeydi sanki.
    1996'da narkotik, evine baskın yaptığında esrarla yakaladı onu. Niye
    değiştiği anlaşılıyordu! Mahkemeden çıkarken kendisine uzanan
    mikrofonlara bağıra bağıra ‘‘Delikanlım’’ı söyledi: ‘‘Ne yapayım, yüz
    tane mikrofon vardı. Hangi birine ne söyleyecektim. Daha albümüm
    çıkmadan bu çirkefin içindeydim. Duygularım kaşar değildi,
    beklentilerim değildi, hiçbir şeyim değildi de değildi. Beni yanıma
    koymadılar, karşıma koydular. Rakip olarak karşıma yine beni
    çıkardılar. Ben yanımda değil, artık karşımdaydım. İnsanın duygularının
    formülü yok. Zaafları olabilir. İnsan hissettiği şeyden vazgeçemez ve
    ambalajlanamaz. Ben sadece şarkı yaptım. Ambalajlanamadım.’’

    Uyuşturucu olayından sonra, Yıldız hiçbir zaman eskisi gibi
    parlayamadı. Kapılar suratına birer birer kapandı, kafayı sıyırmış
    dendi ve kimse iş vermedi. 1991'de İzmir'de bir pavyonda başladığı
    şarkıcılık hayatı, 1998'de Eskişehir'de bir pavyonda devam ediyordu
    artık. Uyuşturucu tedavisi sonuç vermemişti. İkinci tedavi ne kadar
    faydalı olmuştu? Bu sorunun cevabı her zaman bir soru işareti olarak
    kaldı.

    Herkes Tilbe'den köşe bucak kaçarken İbrahim Tatlıses ona destek olmuş,
    borçlarını üstlenmişti. Kendi şirketinden de Tilbe'nin kasetini
    çıkarmıştı. Her ne kadar, Sezen Aksu ile yolları ayrıldı gibi
    görünüyorsa da Yıldız Tilbe, ‘‘Benim ona olan sevgimden çok eminim.
    Dünyada onu katıksız seven bir elin üç parmağıysa ben onlardan
    biriyim’’ derken, Sezen Aksu da ‘‘Onun bendeki kredisi sonsuzdur’’
    diyordu.

    Gittiği bir davete, bir ayağında kırmızı, diğer ayağında mavi çorabı ve
    elinde bir de çekirdek paketiyle katıldı. Rüküştü. Bazen basma etekle
    bile dolaşıyordu. Sahnelerde dahi şatafatlı elbiseler giydiği pek vaki
    değildi. Oysa ses kadar süs de lazımdı onun dünyasında. Yıldız
    mızıkçılık ediyor, oyunu kurallara göre oynamıyordu: ‘‘Rüküş
    bulabilirler ama ben beğeniyorum. Böyle giyinmek hoşuma gidiyor. Ama
    bazen ikinci, üçüncü bir kişi de oluyorum ve istediğimi yapmıyorum.
    Haklılardır, güzel giyinmem lazım. Bir daha giymedim zaten mavi ve
    kırmızı çorap. Hayatım bana endeksli değil. Yaptırımların Yıldızı'yım
    ben. Öyle olmayınca da mavi çorap, kırmızı çorap olmuyor işte.’’

    Yıldız, İstanbul'da sahneye çıktığı bir kulüpte şarkı söylerken birden
    mikrofonu bırakıp yere oturmuş, uzun bir sessizlikten sonra, öyle acılı
    bir ses ve insanın içini titreten bir bakışla ‘‘Ben güzel değil
    miyim?’’ diye sormuştu. Sonraları bu davranışını şöyle açıklıyordu
    ‘‘Bazen kendimi çirkin hissettiğim zaman sorarım öyle. Olur öyle
    enfeksiyonlu zamanlarım. Ben çok güzelim, bazen çok çirkinim. Ama
    çirkinliğimle de güzelim. Ve gözümün gördüğü herşey de güzel.’’

      Forum Saati Ptsi Kas. 25, 2024 2:02 pm