ForumAlemi - Herkesin Gözü Burada

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
ForumAlemi - Herkesin Gözü Burada

- Herkesin Gözü Burada


    ******ün bırkac anısı

    climanjaro
    climanjaro
    Forum Polisi


    Aktiflik :
    Ataturkün bırkac anısı Left_bar_bleue10 / 10010 / 100Ataturkün bırkac anısı Right_bar_bleue

    Mesaj Sayısı : 211
    Doğum tarihi : 07/10/90
    Kayıt tarihi : 29/06/09
    Yaş : 33

    Ataturkün bırkac anısı Empty ******ün bırkac anısı

    Mesaj tarafından climanjaro Çarş. Tem. 01, 2009 11:54 am

    MAKBULE HANIM'IN PEMBE ODASI

    Ata yalnız başkalarının saflıklarını değil, kendinin ve yakınlarının da çocuksu yönlerini ele alır, anlatır ve herkesin böyle umulmadık davranışları olabileceğini belirtmek isterdi. Nitekim gençliğinde şairliğe özenip pek romantik şiirler yazdığını, bir aralık da ticarete heveslenip annesinde bulunduğunu bildiği bir parayı bu iş
    için istediğini, annesinin parayı kendisine verirken "Baban da bu yolda epey para batırmıştı." diye uyarmağa çalıştığını, fakat parayı yine de alıp sonunda batırdığını uzun uzun anlatır, yaşantısının bu gibi çocuksu yönleriyle kendi de eğlenirdi.

    Bir gün, kardeşi Makbule Hanım'ın da bir saflığını ele almıştı.


    Bilindiği gibi, Yunan hükümeti Ata'nın çocukluğunu geçirmiş olduğu Selanik'teki baba evini kamulaştırarak bir anıt haline sokmuş, anahtarını da kendisine sunmuştu.


    ****** bu jestten çok duygulanmış, olayı kızkardeşine anlatmış.


    Makbule Hanım'ın tepkisi şöyle olmuş:


    - Bilirsin ya ağabey, köşedeki pembe oda benim odamdı, yine bana ayrılsın!


    Yunan hükümetinin bu güzel jesti karşısında kardeşinin gösterdiği bu çocuksu anlayış Ata'nın pek tuhafına gitmiş ve olayı sofrada gülerek anlatmaktan kendini alamamıştı.



    ***********************************************


    Ata'nın Anafartalar'dan bir anısı

    ****** Anafartalar'da düşmanı şaşkına çevirirken gerektikçe hasmının durumundan bilgi edinmek için "Bir dil yakalayın!" der, Mehmetçikler de ne yapıp karşı taraftan bir asker yakalar getirirlermiş.


    Bir gün getirilen dilden gerekli bilgiler alındıktan sonra Ata sormuş:


    - Peki, sen Yeni Zelandalısın madem, Türklerden ne kötülük gördün ki vuruşmak için kalkmış ta oradan buraya gelmişsin?


    Zelandalının bunu sırf spor için yaptığını ve kensinin sportmen olduğunu övüngen bir tavırla söylemesi üzerine Ata:


    - İyi ama, sportmenliğin ne işe yaradı? Baksana,bir erimizin önüne düşmüş, kuzu kuzu buraya getirilmişsin! deyince tutsak şu karşılıkta bulunmuş:


    - Sizin eriniz spor kurallarını çok kaba bir şekilde çiğneyince ben ne yapabilirdim? Sportmen olmayan hasımlada karşılaşacağımı bilseydim hiç gelmezdim!


    Meğer Mehmetçik, Zelandalıyı en can alacak bir yerinden yakalayarak sıkıp bayıltmış, avını ayılıncaya dek sırtında taşımış, sonra da alini çekmeden Türk siperlerine değin sürmüş.


    Ata bu öyküyü anlatır. Zelandalının sportmenlik anlayışına, Mehmetçiğin de kullandığı pratik (!) usule gülerdi.


    **********************************

    KOLAĞASI MUSTAFA KEMAL GİRİT ADASINDA


    Meşrutiyet ilan edilmiş, ülkenin her bucağı düğün bayram içinde. O sırada Kolağası Mustafa Kemal Bey siyasal bir görevle Garp Trablus'a giderken bindiği gemi Girit'in Hanya limanına uğruyor.


    Anayurttaki sevinç ve heyecana candan katılan ada Türkleri gemiden çıkan yolculardan vapurda bir Türk subayının, hem de Abdülhamit'e karşı ayaklanan subaylardan birinin bulunduğunu haber alınca hemen bir çağrı kurulu gönderirler, selamlarını, sevgilerini, özlemlerini ulaştırıp karaya çıkmasını yalvarırlar. Vapur orada, birkaç saat kalacağı için gönülden gelen bu çağrıyı Mustafa Kemal geri çevirmez.


    Öykünün arkasını kendisinden dinleyelim: "Vapurdan indik, karaya çıktık. Bana sevgi ile, özlemle bakan halkın arasından geçerek Türk mahallesinde, ortasında bahçe içinde küçük bir köşk bulunan bir meydanlığa geldik. Oranın belli başlı kişileri bizi o köşkte bekliyorlarmış. Meşrutiyetin ilanıyle birlikte doğan tatlı umutlardan söz ederken dışarda halkın toplandığını gördüm. Çıkıp onları selamlamak, gönüllerini hoş etmek gerekti. Çıktım. Candan karşılandım. Ben de candan konuştum. Bu çok heyecanlı bir karşılaşma olmuştu. Bir aralık baktım, uzaktan bir Yunan subayı geliyor. Adamın tavrından halkı dağıtmak için beni susturmaya geldiğini anladım. Onun sözüyle susmuş olmayı kendime yediremezdim. Konuşmam da sonuna gelmişti. O yaklaşıncaya dek ben sözümü bitirmiş, halkı selamlayarak çekilmiştim. Çekilirken de dikkat ettim, adamcağız kendisine boy gösterme fırsatı kalmadığı için üzüntülü bir şaşkınlığa uğramıştı."
    ************************************************** **********


    MUTLU BİR DALGINLIK


    Savaşın sıkışık zamanlarında orduda bozgun yaratabilecek davranışları komutanların hemen o anda kendİ elleriyle ölümle cezalandırmaları bir görenektir. Birinci Cihan Savaşında gerekli gereksiz bu yola sapan bir komutan dile düşmüştü.


    Bir gün ******'ün sofrasında bu konu ele alınmış tartışılıyordu. Kendisi bu çareye hiç bir zaman baş vurmadığını, bu yola sapanların çoğunlukla beceriksiz duygusuz kişiler olduğunu söyleyerek:


    - Bir kez, az kalsın birini öldürüyordum, fakat umulmadık bir unutkanlık beni bu kara lekeden kurtarmış oldu diyerek olayı anlattı:


    Kurtuluş savaşının başında, herkesin kendini sonsuz birer baş saydığı o günlerde bir tanıdığının, hiç bir hoşgörürlükle bağışlanamayacak ağır, çok ağır bir suç işlediğini haber almış. O denli üzülmüş ve öfkelenmiş ki ne olursa olsun, o herifin cezasını kendi eliyle vermek için önüne geçilmez bir hırsa kapılmış. Hemen arabasına binerek suçlunun kırdaki evine koşmuş. Yolda giderken de, pantolunun arka cebinde duran tabancasını, kolay olsun diye paltosunun cebine aktarmış.


    Arabayı uzaktan görüp tanıyan adam konuğu buyur etmek üzere evin kapısını açarken Ata da bahçe kapısından içeri giriyormuş. Hemen o anda tabancasını çekmek için elini arka cebine atmış, cebi boş!


    Tabancanın yerini değiştirmiş bulunduğunu hatırlayıncaya dek adam işi anlamış, hemen geri dönerek arka pencereden atlamış ve o semtin bağları içinde görünmez olmuş.


    Ata onu adaletle karşı karşıya bırakmaktan başka bir şey yapamadığını anlattıktan sonra sözününü şöyle bitirmişti:

    -İşte elimi kana bulamak gibi bir kara lekeden beni bu mutlu dalgınlık kurtarmıştı.
    MUSTAFA KEMAL VE GENERAL TOWNSHEND


    Birinci Dünya Savaşında Irak'ta İngilizlerle savaşıyorduk. Bir aralık ele geçirdikleri Kutülemara kalesini az sonra bizim ordu çevirmiş, epey uğraştıktan sonra düşürmüş, içindekileri de komutanları General Townshend ile birlikte tutsak etmişti. Komutan İstanbul'a getirilerek savaşın sonuna değin Heybeliada'da gözaltı edilmiş, bırakışma olunca da yurduna dönmüştü.


    Anadolu'da Kurtuluş Savaşı başladıktan sonra General Townshend'in güney kıyılarımızdaki limanlardan birine geldiği ve Mustafa Kemal ile görüşmek istediği bildiriliyor. Ata onu Konya'da kabul ediyor, ama ikisi karşılaşınca general şaşkın şaşkın duraklıyor ve şöyle bir konuşmaya yol açıyor:


    - Affedersiniz, görüyorum ki işin içinde isim benzerliğinden doğan bir yanlışlık var, ben sizi başka bir Kemal sanmıştım.


    - Nasıl bir Kemal?

    - Kütülemara'da ordumla birlikte çevrilmişken karşı tarafta Kemal adlı çok centilmen bir komutan vardı. Onunla hasım olmakla birlikte aynı zamanda çok da dost olmuştuk. Bu işin başına onm sandım da...


    - Onunla dost olduğunuz gibi benimle de olabilirsiniz. Buyurun, oturun.


    General oturur. İki asker, iki insan birbirini anlamakta gecikmezler. Biri karşısındakinin nasıl kutsal bir dava peşinde olduğunu, öbürü de ötekinin hala hasım durumunda olan bir devletin generali olmakla birlikte ne denli insanca düşündüğünü görür.


    General hayran kaldığı yeni dostuna birkaç gün konuk olduktan sonra ayrılmak için izin isteyince Paşa şöyle bir öneride bulunur:


    - Ben Ankara'ya döneceğim, Orada, içlerinde sizin doğrudan doğruya kendi dilinizle konuşabileceğiniz kimseler de bulunan arkadaşlarım var. İster misiniz birlikte gidelim? Onlarla da tanışmış olursunuz.


    Ankara'ya dönüyorlar. General orada yeni tanıdıklar ediniyor. Yurduna dönrnek üzere vedalaşırken Paşa ona soruyor:


    - Arkadaşlarımı nasıl buldunuz?


    - Çok centilmen insanlar, ancak korkarım ki içlerinde sizi benim anladığım ölçüde henüz anlamamış olanlar vardır.


    Paşanın karşılığı şu olmuş:


    - Bunu biliyordum; fakat bu halin size de sezdirilecek bir derece de olduğunu şimdi anlamış oluyorum.

    **********************************************


    SAKARYA SAVAŞINDAN DÖNÜŞ


    Sakarya Meydan Savaşı Türk silahlarının utkusu ile sona ermiş, Gazi Ankara'ya dönüyormuş. Yirmi gün geceli gündüzlü büyük bir endişe ve karamsarlık içinde yaşayan Ankaralılar, düşmanı yenen ordunun başbuğuna törenli bir karşılama düzenlemişler. Ankara garından başlayarak şehire doğru yolun iki yakasında sıra ile dizilen hükümet ve meclis üyeleri, memurlar, öğrenciler, esnaf ve halk, Gazi geçtikçe alkış tutuyorlar ve arkasına takılarak büyük bir alay halinde ilerliyorlarmış.


    Meclis binasının önüne gelinmiş, Gazi bakmış ki alayın başında bulunanlar yukarıya doğru yol almakta. Meğer bu tören şöyle düzenlenmiş: "Cemaat" halinde Hacı Bayram Veli'nin türbesine gidilecek, onun "yüksek maneviyatnın yardımıyle" kazanılan bu büyük utku için orada dua edilecek, sonra Meclis' e dönülerek nutuklar okunacak.


    Gazi:


    - Öyle şeyolmaz, yurt toprağını karış karış kanını
    akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam! deyip doğruca Meclis binasına sapmış.
    Ata bu olayı anlatırken sözüne şunu da kattı idi:

    - Kimileri benim bu davranışıma kamunun inancını inciten yersiz bir davranış gözüyle bakmış olabilirler; ama ben, hele yurdun savunmasında, güvenilecek gücün evliyaların, yatırların "maneviyatı" olamayacağını hatırlatmayı artık zorunlu bulmuştum.



    ************************************************** ***


    BEKLENİLMEYEN BİR YANIT


    ****** sofrada her akşam ya önemli bir konuyu ele alarak konuklarıyle tartışır, ya da savaş anılarından söz açar, gözlemlerini anlatır, çeşitli yönlerden eleştirmeler yapardı.


    Bir akşam, Birinci Dünya Savaşında Dördüncü Ordu komutanı bulunan rahmetli Cemal Paşa'nın yanlış tutumları üzerinde duruyor ve yurda çok pahalıya mal olan bu tutumları üzüntü ile anlatıyordu.


    Bir aralık, konuşmaları herkes dikkatle izlerken, Ata arkadaşlardan birinin uyuklamakta bulunduğunu görür. Bu sofra toplantıları gecenin geç saatlarına dek sürdÜğünden, ara sıra, istemeyerek bu duruma düşen arkadaşlar görülürdü. Ata bu hali anlayışla karşılamakla birlikte uyuyanı uyarmak için adıyle seslenerek ona konu ile ilgili bir soru yöneltirdi. Bu kez de öyle yaptı:


    - Abdülkadir, sen ne dersin?


    Kendisine seslenilen, Dil Kurumu başuzmanlarından Abdülkadir İnan'dı. Hemen gözlerini açarak hiç beklenilmeyen şu yanıtı verdi:


    - Ben onun büyüklüğünü bir sözünden anlamıştım.

    Ortalıktaki havaya hiç uymayan bu karşılık herkesi şaşırttı. ****** alaylı, biraz da öfkeli bir sesle:


    - Ya öyle mi? diye sordu. Anlat bakalım, ne imiş o söz? dedi.
    İnan, hiç telaş etmeden anlatmaya başladı:


    - Çarlık yıkılmış, biz de Türkistan'da bir cumhuriyet kurmaya çalışıyor, bir yandan da komünistlerle uğraşıyorduk. Cemal Paşa oraya kadar gelmiş, bilir bilmez işlerimize karışmaya koyulmuştu. Bir gün sabrımız taştı, kendisine şöyle dedik: "Anadolu'daki kardeşlerimiz ölüm kalım savaşında. Türkiye kurtulmazsa Türkistan'ın bağımsızlığı neye yarar? Siz buralara gelmek için orasını nasıl bırakabildiniz?"


    Cemal Paşa bu kınayıcı çıkışımıza kızmadı, gülümsiyerek güvenli güvenli "Orada Mustafa Kemal Paşa var." dedi. İşte o söz...


    Merak edilen o sözü açıklayıncaya dek güvensizlikle dinlenilen İnan, açıklamasını böyle umulmadık bir şekilde bağlamış ve uyuklama suçunu Ata'ya bağışlatmıştı


    ************************************************** ********



    ATATÜRK'ÜN BİR ÇIKIŞMASI

    ****** iş beklediği kimselerden birinin kusur ya da yanlış bir davranışını gördüğü zaman alaylı dokunaklı bir dille ele alır, söyler söyler, karşısındakini terletirdi. Böylece içini iyice döktükten sonra sorunu artık kapanmış saydığını, dargınlığının geçtiğini anlatmak m için sanki hiç bir şeyolmamış gibi bir tavır takınır, karşısındakinden bir şarkı ya da bir şiir okumasını isterdi.


    Bir akşam, nedense, kızmış bulunduğu Ahmet Cevat'a sofrada oldukça çıkışır, arkadan da bir barış girişi olmak üzere bir şiir okumasını söyler.


    Ahmet Cevat, Ata'nın böylece uzattığı barışçıl eli itercesine Sadi'nin "Ne deveye binip gezerim, ne katır gibi yük altına girerim, ne uyrukları olan bir hükümdar, ne de hükümdarın uşağıyım" anlamına gelen

    Ne ber üştür be-süvarem
    Ne çu ester zı'r-i barem
    Ne hudavend-i raiyyet
    Ne gulam-ı şehriyarem


    dörtlüğünü okuyuvermez mi!

    Bile bile mi, yoksa düşünülmeden mi yapıldığı pek belli olmayan bu yakışıksızlık üzerine herkes donup kalır. Şimdi Ahmet Cevat'ın başına yıldırımlar yağacağından korkulurken ****** büyük bir serinkanlılıkla Fazıl Nazmi'ye seslenir:


    - Profesör! Ahmet Cevat'a sen karşılık ver, yoksa ben vereceğim!


    Fazıl Nazmi, Ata'nın gösterdiği bu serinkanlılık altında yatan öfkeyi seziyor ve kendisine düşen ödevin önemini anlıyor. Birkaç saniye belleğini yokladıktan sonra o da "İnsanlar birbirine muhtaç olmaktan kurtulamaz, boğaz bile bir yudum su için elin ve ağzın yardımına baş vurur." şeklinde yeni dile çevrilebilen şu beyti okur:



    Reha kabil değildir gayre muhtaç olmadan adem
    Gülüv himmetkeş-i dest-ü dehendir bir içim suda


    Ata bu karşılığı yeter bulur, Fazıl Nazmi alkışlanır, olay da böylece tatlıya bağlanmış olur.

      Similar topics

      -

      Forum Saati Cuma Eyl. 20, 2024 12:03 am